AMERİKAYI  İLK KİM KEŞFETMİŞ?

 

Prof. Dr. Ahmet BEKMURADOV:

AMERİKA’YI İLK KİM KEŞFETMİŞ YA DA TÜRKMENNAME’YE GİRİŞ

 

Dünya tarihinden az bile olsa haberi olan herkes bu soruya “tabi ki Kiristof Kolumb!” diye yanıt vereceği aşikardır. Kolumb’un her türlü zorluklara katlanarak gemi ile “Yeni Dünya”’ya ulaştığı ve onun  “Karaya çıktım, işte kara!” diye sevinçle bağırdığı gün 9. Eylül 1492 tarihine denk gelmektedir. Bu yılın 13 Eylülü resmi bir şekilde Amerika’nın keşfedildiği gün olarak kabul edilmiştir. Bunlara sıradan bakıldığı zaman her şey açıklığa kavuşturulmuş gibi görünmektedir. Fakat bu büyük keşfi Kolumb’un adıyla anmak istemeyen araştırmacıları çoğu henüz XVI yüzyılın başlarında kendilerini göstermeye başlamışlardır. Böylece Amerika’nın keşfedilmesiyle ilgili çeşitli teoriler ve bunları destekleyen taraftarlar ortaya çıkmıştırlar. Bu taraftarların arasında bu günlerdede büyük tartışmalar devam etmektedir.

Burada öncelikle şu durumu belirtmek gerekiyor. Bu araştırmacıların hemen hemen tamamı Amerika’nın keşfini bu yakınlardan değil, aksine “tarihten önceki zaman” diye adlandırıldığı dönemlerde aramaktadırlar.

Geçen asırdan başlayarak bu konu üzerine yeni teoriler ortaya çıkmış, ve Amerika’yı ilk olarak Asyalılar, ayrıca Türk kavimleri keşfetmişlerdir görüşünü ileri sürmüştür. Çek bilim adamı M. Stingl’in “Çomaksız Kızılderililer” (Moskova, 1984) adlı kitabında belirttiğine göre, bu teorinin esas temelini ilk defa Amerikan alimi Aleş Grdliçka atmıştır. O, Amerikan kızılderililerinin de Türk kavimlerinin etnik özelliklerindeki, gelenek göreneklerindeki, inançlarındaki yakın benzerlik üzerine bazı kitapları yayınlar. Sonra Alman bilim adamı O. Rerig, Siu tayfasının arasında kalarak onların dillerini öğrenir ve Siu dili Türk kavimlerinin dili ile akrabadırlar sonucunu elde eder. Aslında bu konuya dil üzerinden bakmak meselesi XVII. yüzyıldan itibaren başlanır. Amerikan âlimi R. Uokop’un “Kayan Kıtalar ve Kaybolan Tayfaların Sırrı” (Moskova, 1966) adlı kitabındaki ifadesine göre, İngiliz âlimi J.Josselin ise uzun süre Mohauk tayfasının dilini incelemiştir ve araştırmasının sonucu olarak 1674. yılında yayınladığı kitabında “Onlar Türk dilinde söylüyorlar, Türkçe konuşuyorlar” diye yazmıştır. Dolaysıyla, Amerikan kızılderililerinin ecdatları Asyalı Türklerdir görüşlü teorinin temsilcileri de bu meselenin ipucunu “Tarihten önceki dönemden” araştırıyor ve sonucunu söz konusu dönemden de çıkarıyorlar. Onlar eski dönemlerde henüz şimdiki Bering boğazı erimeyen buzluklarla örtülü olarak iki kıtayı birleştirdiği zamanlarda da Asyalılar Amerika’ya geçmişlerdir görüşünü destekliyorlar.

Bilindiği gibi, Kolumb “Yeni Dünya”’yı keşfettikten sonra Avrupalılar yerel halklara genel olarak “Hindi” (indian) diye ad vermişler. Buna rağmen her bir halkın, her bir tayfanın kendine özgü adı bulunmaktadır. Elbette, Amerikan kızılderililerinin hepsini Türk kavimleriyle ilişkili saymak doğru değildir. Ama bu yerel tayfaların bazılarının Türklerle kesin ilişkili olduğu bir gerçektir. İşte, 1976 yılında Leningrad şehrinde yayınlanan “ABD’nin Coğrafyasıyla İlgili Meseleler” adlı kitapta A.G. Karimullin’in makalesine yer verilmiştir. Makalenin yazarı ABD’de ve Kanada’da yaşayan Siu, Maya tayfalarının dilleriyle eski ve modern Türkçe sözcükleri karşılaştırmıştır. İlmi karşılaştırmanın ilginç tarafı ise onun karşılaştırdığı kelimelerin sayısı açıdan az olsa bile, bunların şekil yapısı ve anlamları bakımından biri diğerine tam olarak denk gelmesidir. Bu kitapta A.G. Karimullin’in makalesiyle ilişkili Doğu dilerini ve tarihini inceleyen ünlü bilim adamı, alim, “Hunlar”, “Eski Türkler” adlı kitapların yazarı L.N. Gumilyev’in kısa açıklamalı şekildeki makalesi de verilmiştir.

Tarihçi A.G. Karimullin ilmi karşılaştırmasının sonucunda şöyle karara varmıştır: “Bizim dönemimizden önceki iki bin yıllarda Amerika’da yaşayan yerel tayfaların çoğu şimdiki Bering boğazı üzerinden Kuzey Asya’ya ulaşmışlardır. Onlar Asya tayfaları ile çok taraflı ilişkide ve işbirliği içerisinde bulunmuşlardır.

L.N. Gumilyev ise bu konuyla ilgili ilk olarak “tarihten önceki dönemden” sonrasına bir azimli adım atmıştır. O, bizim dönemimizden önceki IV. ve bizim dönemimizin I. yüzyıllıkları Merkezi Asya’da yaşayan Türk dilini konuşan Hun tayfalarının parlak, gelişmiş dönemi olduğu zamanlardır diye kaydetmiştir. İşte, bu dönemlerde de Hunlar ile Asya’ya gelen Amerikan kızılderililerinin ilişkileri sağlam bir şekilde gelişmiş, bunun sonucunda ise onların dillerinde yakınlık, benzerlik ortaya çıkmıştır diye kendi görüşünü ispatlayarak kesin bir karara varmıştır.

Bizim görüşümüze göre, yazar L.N. Gumilyev, son zamanlarda Amerikan kızılderilileriyle Asyalıların arasındaki ilişkilerin kesilmesinin nedenini net bir şekilde cevap vererek yanıtını ilmi delillerle kanıtlamıştır. Onun tarihi belgelere dayanarak yazdığı ifadelere göre, bizim dönemimizin başlarında Bering boğazına ve bunun çevrelerine o dönemlerde çok kuvvetli olan Eskimo tayfaları sahip olmuşlardır. Onlar epeyce yıllardır bu yerlere sahip çıkıp, iki kıtayı birleştiren yegâne yolu tamamıyla kapatıyorlar. Amerikan kızılderililerini ise darmadağın ederek, sonra onları kovup kıtanın içine, daha doğrusu ortalarına kadar gitmeye mecbur ediyorlar. XVIII. yüzyılda Rusların Eskimoluları kendine tabii tutmalarından, egemenliğine almalarından sonra Bering boğazını ele geçirmeleriyle Amerika’ya yeniden bir yol açılmıştır. 

Tarihçinin sözünü ettiği Hun tayfalarının, Türkçe konuşan tayfalar olduğu ilimde ispat edilmiş bir gerçektir. Bu gerçeğin püf noktası da tarihi kaynakların, çok sayıdaki ilmi araştırmaların onayladığı sonucuna göre, işte, bu eski Hun tayfalarının “ilk ve büyük hükümdarının”, sonra Türkmenlerin nesil başı olarak kabul ettikleri Oğuz Han’ın olmasıdır. Bizim dönemimizden önceki 174.yılında rahmete kavuşan bu tarihi şahıs Çin kaynaklarında “ilk, birinci” anlamına gelen “Mode” (Mote/Mute)  sözcüğüyle adlandırılmıştır.  Mode’nin temeli atan ve üç asır süre devam eden devleti bünyesinde kendine 24 Hun tayfasını birleştirmiş ve onlar toplam 6 eyalete bölünmüştür. Sonraki “Oğuz nameler”’de bu tarihi belge rivayete dönüşerek, 6 eyalet Oğuz Han’ın altı oğlu, 24 tayfa ise, onun yirmi dört torunları olarak gösterilmiştir. Aslı Oğuzlardan olan, XI. yüzyılda ömür süren Kaşgarılı Mahmud’un ifadesine göre, bu yirmi dört torunlar ise Oğuz-Türkmenlerinin 24 tayfasının nesil başına dönüşmüştür. Bir başka deyişle, onlar sonra halkımızın eski yirmi dört tayfasının her birinin adını taşımışlardır.

Gerçekten de L.N. Gumilyev’in ifade ettiği gibi, Amerikan kızılderililerinin eski çağlarda Asya’ya ulaşmış olduğunu son yıllardaki arkeoloji kazı çalışmaları da ispatlamaktadır. Örneğin, 1960’lı yıllarda Başkurdistan’dan en eski çağ insan kafatasının kemiği bulunmuştur. Dünyaca ünlü antropolog M.M. Gerasimov bu buluntuyu önceki durumuna getirmeyi (en eski çağ insan kafatasının kemiğini asli haline dönüştürmeyi) başarıyla gerçekleştirdi. Sonra tarihçi G. Matyuşın bu durum hakkında aşağıdaki ifadeleri kullanarak şöyle şekilde açıkladı: “Bize F. Kuper’in romanındaki vahşi öküz ile savaşan, korku-ürküyü bilmeyen avcının kendisi bakıyor. Gözümüzün alnında Amerikan kızılderilisinin resmi duruyor.” (“Vokrug Sveta” dergisi, 1969, №10). Görüldüğü gibi, bu buluntu, L.N. Gumilyev’in görüşüne de destek oluyor. Fakat dayağın iki ucu mevcuttur. Bundan yola çıkarak şunu söylemek istiyoruz. Birincisi, Asyalı Türk kavimleri eski çağlarda Amerika kıtasına ulaşmışlardır. İkincisi ise, araştırmacılar Amerikan kızılderilileriyle Türklerin ilişkisini “tarihten önceki döneme” bağlayıp, esasen tahminlere dayanmaktadırlar. Sonuçta onlar diğer teorilerin taraftarlarıyla eşit tartışmacı olarak ortaya çıkıyorlar. Demek, buradaki gerçek mesele ise, bu ilişkinin kesin zamanını, belli vaktini belirlemek talebidir. Üçüncüsü de, her kes kendi kaybını aramaktadır. Sonuç olarak şunu demek istiyoruz: Bizim Türk kavimlerimiz arasında ilk olarak Amerika’ya ulaşmak Oğuz-Türkmenlerinin payına düşmüştür.

 

Halk arasında söylendiği gibi, kuru laftan pilav olamaz. Bu nedenle şimdi bazı belgelere bakalım.  Kaşgarılı Mahmud kendi çalışmasında Türk dillerinden söz açarak, bunların her birinin karakterine, özelliklerine açıklama vermektedir. İşte burada biz “jabarka” ( çabarka/ çaparka ) sözcüğüyle karşılaşırız ve bu hakkında ünlü sözlükçü Kaşgarılı Mahmud  şöyle bilgi vermektedir: “ Çaparka/ jabarkalıların ülkelerinin uzak olması, araya büyük denizlerin girmiş bulunması yüzünden dilleri bizce bilinemiyor.”* (Divanü Lûgat-it-Türk Tercümesi, s.29).  Eski çağlarda Çin yarım adasına Maçın denildiğini biliyoruz. Çin yarım adasından sonra, gerçekten de büyük deniz var, Yavaş okyanusu, bunun ilerisi de Amerika. Bundan yola çıkıldığında dilleri bilinmeyen jabarkaların ya da jabarkalıların burada yaşamakta olduğu ortadadır. Acaba, bu jabarkalar kimdir?  Sonraki kaynaklarda “yabarka”, “yabarlı”, “yabır”, “yapar” gibi şekillerle karşılaştığımız bu jabarkalar Oğuz-Türkmenlerinin yirmi dört boyunun birinin adı. Oğuznamelerde  onlar Oğuz Han’ın Ay Han adlı oğlundan olan torunu olarak kabul edilmektedir. Açıkçası, Kaşgarılı Mahmud kendi kitabına bu boyun adını Kıpçakça telaffuzuna göre almıştır.

Kaşgarılı Mahmud jabarkaların dili hakkında hiçbir şey bilinmediğini söylese de, sonraki tarihçiler  “yabarlıların” kaderi tamamen malum olmadığı hakkında sonuca varmaktadırlar. Bir örnek verelim. İlk olarak dünyanın tarihini yazanlardan biri Reşid-ed-din (XIV yüzyıl) onlar hakkında bir az rivayete dönüşen bir bilgi vermektedir:

“Yabarlı”, buna “yağma” da denilmektedir. Bir savaş sırasında onlar büyük bir günah işlemişlerdir. Oğuz Han onlara çok sert bir ceza vermeyi kararlaştırır. O dönemlerde daha kuvvetli rüzgârlar olurmuş. Bu rüzgâra “bad-e samsürek” adı vermişlerdir. Bu bir güçlü fırtınaya benzemektedir. Oğuz Han yabarlılara “Siz bu rüzgârın önüne gidin ve onu durdurun!” diye emir vermiştir. Böylece, onun amacı onları ölüm yoluna uğurlamak imiş. Şu anda o ülkede onun neslinden olan Türkmen yoktur. Belki, Çin’de olabilir.” Buna benzer bir biliyi de Türkmen tarihçisi Salır Baba da 1556’da bitirdiği çalışmasında kaydetmiştir. Eğer bu bilgilerden yola çıkacaksak,  yabarlı kavmi Oğuzlardan daha uzağa, soğuk yerlere, yani Kuzeye doğru gitmiştirler. Sonra onları izi kaybolmuştur diye sanılmaktadır. Gerçekten de çoğu kaynaklarda yabarlılar, sadece hatırlanarak geçilmektedir. Tarihçilerden hiç biri onlar hakkında kesin bir şey söyleye bilmiyorlar.

Görüldüğü gibi, Oğuz-Türkmenlerinin “jabarka” veya “yabarlı” boyunun kaderi hakkında tarihi kaynaklar aynı durumu belirtmektedirler. L. N. Gumilyev’in araştırmalarına göre bizim dönemimizin 90’lı yıllarında Hunların “Demirgazık Hun” (Kuzey Hun) diye adlandırılmış boyunun bölüğü olan Çinliler, hatta kendi kavimlerinden olanlarla üzün süre savaştıktan sonra nedeni belli olmaksızın ortadan kaybolurlar.  Bu durum ise o dönemlerde Hun kavimlerinin arasında bir düşmancılığın olduğunu açıkça göstermektedir. Reşid-ed-din ile Salır Baba da özellikle yabarlılara “yağma” denildiğini belirtmektedirler. Bu sözcük Eski Türkçede “yağılık”, “düşmanlık” anlamında kullanılmıştır. Bize göre, Hunların bu “Kuzey Hun” bölüğü, jabarkalar veya yabarlılar olmuştur. Onlar bitmek bilmeyen kanlı savaşlardan bıkmış, rahat yaşamak  için yeni bir mesken aramaya çıkmış olmalıdır ve Bering boğazı üzerinden Amerika kıtasına geçmiş olmalıdır. Bu dönemlerde ise boğaz henüz Eskimoların eline geçmemiştir. Bundan sonra Hunların kendileri de çoğunluk bir şekilde Batıya doğru ilerlemeye başlar. Bizim dönemimizin XI. yüzyılında onların büyük bir kısmı Avrupa’ya, Küçük Asya’ya, Arabistan’a kadar ulaşmıştırlar. Sonraki Avrupa kaynaklarında onlar “gun”, “kun” gibi adlarıyla anılmaya başlarlar. Bu durumlar da “Kuzey Hun” kavminin veya yabarlıların son kaderinin tamamen belli olmamasının bir nedeni olabilir.

Şayet bir Oğuz-Türkmen boyu ta Hunlar zamanında yukarıda ifade ettiğimiz durumlara göre bölünüp, Amerika’ya ulaşmış olsa, onlardan küçük de olsa bir nişan kalmamış mı acaba? Bizim görüşümüze göre, nişan var. Panama devletine ait olan San-Blas takımadasındaki küçük adacıklarda Kun tayfası yaşıyor. Eski çağlarda Kunlar Amerika’nın en büyük tayfalarından biri olmuştur. Fakat tayfalar arasında devamlı cereyan eden savaşlardan dolayı onlar yavaş yavaştan azalmaya başlar. Sonra Kunları İspanyol sömürgeleri öldürmüşlerdir. İspanyollar ile yüzyıllarca süren ağır savaşlardan sonra Kunlar “Büyük Yer”’i terk ederek San-Blas adalarına çekilmeye mecbur kalırlar. Kunlar epey zaman sömürgelere boyun olmamış, onlara karşı cesurcasına mücadele eden ve yıpranmadan savaşan tek kahraman tayfa olarak bilinmekte. 1903.yılında Amerika’daki en son kızılderili ayaklanmaları da Kunlar yapmıştır. Şimdi bu tayfa azalmış ve onlardan aşağı yukarı 25-26 bin civarında insan kalmış. Enteresan tarafı da, mevcut olan az sayılı belgeler bizi, bu Kunlar, Oğuz-Türkmenlerin Hunlar döneminde Amerika’ya göç eden cabarka veya yabarlı tayfasının torunlarıdır dememize ip ucu vermektedir.

Gerçeği söylemek gerekiyorsa,  bizim elimizde Panama Kunları ile Hunların, onların son devamı olan Oğuz-Türkmenlerin arasındaki etnik ilişkileri hakkında kesin sonucu verecek belgeler bulunmamaktadır. Bunun için yıllarca Kunların arasında kalıp onların örf adetlerini, dil özelliklerini, tarihini iyice öğrenmemiz şarttır. Şimdilikçe bizim kaynaklarımız, imkânlarımız sınırlı. Bu makaleyi yazdığımız zaman yukarda bahsettiğimiz ilişkileri aramak için R. Ukop’un, M. Stingl’in ilk başta sözünü ettiğimiz çalışmalarından, Sovyet yazarları S.Sıçyev’in “İki Okyanus Arasındaki Yer” (Moskova, 1983) kitabından, V. Listov’un “San-Blas Takımadasında Kunlarınkıda”  (“Vokrug Sveta” dergisi, 1987,  №12) adlı makalesinden yararlandık. Başka bir deyişle bu makale daha seçilmiş olan konunun başlangıçtaki kıyaslamalarıyla okurları haberdar etmek amacıyla yazılmıştır.

Günümüze kadar Kunların tarihi, dili ve etnik özellikleriyle beraber örf adetleri, gelenek ve görenekleri, inançları hakkında çok az çalışma yapılmıştır. Altını çizmemiz gerek hususlardan biri de onların diğer Amerikan kızılderili tayfalarından çok farklı olduğudur, bunu da S.Sıçyev’in ifadesine göre açıklayabiliriz. Yazar,  Kunların derisinin diğer kızılderili tayfalarınınki gibi simsiyah değil de, buğday renk olduğunu özellikle vurgulamaktadır. Bazı araştırmacılar ise bu tayfa bizim dönemimizden önceki dört bininci yıllarda Fırat’ın boyundan göçüp geldiği hakkındaki görüşü ileri sürmektedirler. Onlara Kunların nakış motiflerinin, bezeklerinin ve sanatsal işlemelerinin Mesapotamiya’da yaşayanlarınki ile aynı olduğu hakkında görüşleri tutanak sağlamaktadır. Tâbi ki bu kesin bir karar değildir, fakat sunulan resimlere iyice dikkat edilirse, Kunların nakış ve bezekleri ile Türkmen kadınlarının el sanatına ait olan çalışmaların arasında yakın ilişkileri bulabiliriz. Bu ciddi bir ilmi araştırmaları gündeme getirmektedir.

Kunların dini inançları da kendine özgü karakteri taşımaktadır. V. Listov bu hakkında şunları kaydetmiştir: “Latin Amerikanın bütün kızılderili halklarının ilk Tanrısı,  Güneş ise, bu durum Kunlarda farklıdır. Onlar her şeyin başlangıcını Ana Yer olarak kabul ederler.” Aynı inanç eski Hunlarda da olmuştur. Zannedersem, bizim günümüzdeki kullandığımız “Ana Yer” (Ana Toprak) düşüncemiz de bundan kaynaklanmaktadır. Kunlara göre, önce Yer yaratılmış, sonra Ay meydana gelmiştir. Onlar Ana Yerin simgesi olarak Aya düşünüyorlar. Kendilerini “Ayın torunları” olarak kabul ediyorlar. Eski Hunlar da Aya saygı göstermiştirler. Bu inancın izleri günümüzdeki Türkmenlerin görüşlerinde de rastlamak mümkündür. Bu  günde Türkmenler Ay ilk doğduğu zaman yüzüne sürerler. Bu inanç Türkmenlerin arasında halen kullanılmakta ve korunmaktadır. Türkmen şahıs isimlerinde Ay ile ilgili özel isimler daha da çoktur. Bizim ilk hesaplamalarımıza göre, Ay ile ilgili Türkmen özel adlarının sayısı 70’i geçmektedir. Eğer Kunlar kendilerini “Ayın torunları” olarak kabul ediyorsa, bizim sözünü ettiğimiz cabarkalarımızın veya yabarlılarımızın nesil başı da Ayhan olmuştur. Oğuznamelerde onlar Ayhan’ın oğulları olarak geçer. Çok enteresan yönü de, bizim dönemimizin başlarında yazılmış olsa bile, en son elyazması XIV. yüzyılda Uygur harfleriyle yazılmış olan “Oğuzname”’de Oğuz Han’ın annesinin adı Ay kağan olarak gösterilmektedir.

Aslında, etnik özellikler ve bunlara ait olan özel karakterler kadınlarda iyi korunmaktadır. Amerikan kızılderililerinin temel etnik özelliklerinden biri de Kun kadınlarının buruna ortası delik, yuvarlak ısırga (takı) takmak göreneğinin gelenek bir hale dönüştürülmesidir. Bu hakkında S. Sıçyev şöyle bilgi vermektedir: “Söylediklerine göre, bir kere bu kızılderililerin tayfa başkanı Tamir Son Pon kendi yiğitleriyle uzun seferden geri dönüyormuş. Bunları arkadaşları büyük coşku içerisinde karşı alırlar. Komutan bir baktığında kendinin gencecik eşi bu seferde daha kahramanlık gösteren bir askeri öpüvermiş. Bu gören komutan rahatsızlanmış ve çok üzülmüş. Olayı içine sığdıramamış. Her bir yerde öpücük paylayamaz diye eşinin burnunu delip, onun burnuna takı takmağı emir eder. Komutan, bu onun başkalarını öpmesine engel olur diye düşünmüş ve tayfanın bütün kadınlarına da bunun uygulanmasını emir eder. Bundan sonra bu olay her kes tarafından kabul edilerek bir gelenek olarak kalmış.” Elbette, bu geleneğin ne zaman uygulandığı hakkında kesin bir şey söylemek çok zor. Ama Çin kaynaklarına göre, kadınların burunlarına takı takmak geleneği eski Hunlarda da uygulandığına ait söylentiler mevcut. Tarihçiler, aynı geleneğin yakın zamanlara kadar Türkmenlerde de devam ettiğini ispat ediyorlar.  Türkmen Dili Sözlüğünde yer verilen  “ısırga” sözcüğüne “Bezek için buruna takılan yuvarlak gümüş halka” şeklindeki açıklaması da bunun bir örneğidir.

Tarihten bilindiği gibi, eski Türk kavimlerinde Şamanizm esas geleneklerin biri olmuştur. Halkımızın arasında halen devam eden “Şaman Odu”nu, al kakmış diye bunu kovmak için hasta olan insanın çevresinden “Alas Odu”nu dolaştırmak geleneğini, “Budferestten  Odferest Yeg”, “Od – Oraz” gibi atasözlerini hatırlayalım. Ayrıca şunun altını çizmek gerekiyor, yani Kunlar da Şamanizm’e inanmışlar. Kun tabipleri de kötü ruhları kovmak için Şaman odunun çevresinde dolaşıp, şarkı söylemişler. Enteresan tarafı da şudur, yani odun başında aynı şekilde şarkı söylemek eski Oğuzlarda da özel bir gelenek olmasıdır. Kaşgarlı’nın belirttiğine göre, Oğuzlar kötü ruhlar kovmak için söyledikleri şarkılara, büyüleyici sözlere “govuz” diye ad vermişlerdir. Daha sonra Orta Çağ şairimiz Ahmet Yesevi Oğuzların bu geleneğini sofizme sokmuştur.

Kunlarda şöyle şarkı söyleyici tabiplere “kantüle” denilmiş. Bizim görüşümüze göre, bu sözcük iki sözden oluşmakta ve bunların eski Türk dili ile ilişkisi de bulunmaktadır. Eski Türk dilinde yapmak, gerçekleştirmek, yerine getirmek eylemi “kan” sözcüğüyle anlatılmış. Bununla beraber, onlarda bizim “dile” sözümüz ise “tile” şeklinde söylenmiştir. Eğer Kunların yukarıdaki sözcüğü, yani “kan tile”, “dilek et” sözlerinden dersek, sonuçta bunun Şamanizm’in anlamına doğru geldiğini görürüz. Bundan başka da Kun tabiplerinin ellerinde sert ağaçtan yapılan ucu şiş gibi dayak bulunmuştur ve bu dayakların yardımıyla kötü ruhları kovmuşturlar. Bu simgesel dayağa “uçu” denilmiş. Eski Türk dilinde “uç” sözcüğü kaybolmak, gitmek, ölmek anlamlarında da kullanılmıştır. Dolaysıyla Kunların bu “uçu” sözcüğüyle Türklerin “uç” kök sözünün arasında ilişki mevcuttur. Sonuçta, Kunlar “uçu” sözcüğünün yardımıyla büyüleyici dayakla kötü ruhları uçurmak anlamını oluşturmaya çaba göstermişlerdir demek istiyoruz.

Kaynakların şahitlik ettiğine göre, eski Hunların devlet ve kurum-kuruluşlarının yapısı sadeden demokratik karaktere sahiptir. Onlar ilk önce tayfa kethüdasını seçmişler. Sonra tayfa başkanlarının tavsiyesine göre de devlet başkanı seçilmiştir. Bu uygulama Mete –  Oğuz Han tarafından başlatılmış, kurallı bir şekle sokulmuş ve uzun süre devam etmiştir. Sonra bu kanun, Oğuznamelerde kesin ve etkili bir şekilde beyanını bulmuştur. Bu durumu Kunlarda da görmek mümkündür. Onlarda da ilk önce toplantı yapılıp tayfa kethüdasını seçmek eski geleneklerden biri olmuştur. Günümüzde de bu geleneğe göre, köyün kethüdası seçilerek, ona “sayla” diye ad verilmektedir. Bizim fikrimize göre, Kunların kendi kethüdalarına verdiği “sayla” sözcüğü ile Türkmencedeki “saylamak” sözümüz genetik açıdan birbirine ilişkilidir.

Eski Kunlarda dört sayısı, kutsal sayılardan biri olarak kabul edilmiştir. Kaynaklar, basit bir örnek şeklinde savaşlara bile birbirinden farklı dört türlü at binip çıktıklarını haber vermektedirler. Hunlar bir şeye değer verdikleri zamanda da bunun dört tarafını göz önünde bulundurmuşturlar. İşte, eski “Oğuzname”de yeni doğmuş Oğuz Hana şöyle karakter verilir: Çırayı mani, ağzı kırmızı, gözleri ela, saçı ve kaşı kara. Veya ayağı öküzünki gibi, beli kurdunki gibi, sırtı kuşunki gibi, göğsü ayınınki gibidir der. Oğuz Han her bir oğlundan dörder torununu görür. Bu sayının kutsallığıyla ilgili örnekleri daha da çoğaltabiliriz. Ama lafı uzatmadan, Capbakların “Dört bolsaň, pag-da!” ( “Dört dörtlük olursan, her şey yolunda gider” anlamında) sözünü hatırlamak ile yetinelim. Yukarıda sözünü ettiğimiz bu sayı Kunlarda da kutsal sanılmıştır. V.Listov, “Kunların felsefesi, karmaşık bir sistemdir, bu, hayatın da sırlı düşüncelerinin içinden akıp gidiyor. Bu sistem dört tane temel prensibe dayanılarak gerçekleştirilmiştir” diye kaydetmiştir. Bu ise Kunların hayatta da, inançta da dört tane temel prensibe dayandığını açık göstermektedir.

Şimdilikçe, bizim elimizde Kunların dili üzerine yapılan araştırmalar veya onlara ait olan kesin belgeler yok. Ama sayısı az olsa bile birkaç sözcükten bahsetmek istiyoruz. Bizim görüşümüze göre, bu sözcükler, kendi kavramı ve yapısı itibarıyla eski Türk dili (ayrıca Türkmence) ile ilişki var. Kunlar hayattaki başarısını, üstünlüğünü “tule” sözcüğünün yardımıyla anlatmaktadırlar. Yanılmıyorsam, bu sözcük eski Türkçedeki “tola”, çağdaş Türkmencedeki “dolı”(dolu ) sözüyle aynı yapıyı ve aynı anlamı taşımaktadır. Türkmenlerin “Yiğit ya dolu olsun, ya da deli olsun” atasözünü hatırlayalım. Kun dilinde meydan, alan anlamı “tola” sözcüğüyle verilmektedir. Eski Türk dilinde de meydan anlamını taşıyan “tala” sözcüğü kullanılmıştır. Aynı durum Türkmence için de geçerlidir. İşte, eski Türkmen atasözüne ait bir örnek: “Enäniň gövni balada, balanıň gövni dalada” (“Annenin gönlü balada, balanın gönlü alanda” anlamında). Kunlar nakşa, bezeğe, işlemelere “mola” diyorlar. Bu bizim nakış, bezek, işleme ile ilgili “ala-mula” (ala-bula) sözcüklerimizle ilişkili olmasın! (?)

Zihniyeti, başarıyı Kunlar “kurgiç” sözcüğüyle ifade ediyorlar. Eski Türk dilinde “kur” sözü bahadır, başarılı anlamlarında kullanılmıştır. Bizim görüşümüze göre, asıl kökü “kur” sözcüğünden olan bu kelime Türkmencede “gurgun” sözünde korunmaktadır. Günümüzde bu sözcük, sağlığı, durumu sorumak için sık kullanılmaktadır: “Gurgunmıň? Gurgunçılıkmı?” (Nasılsın? İyi misin?). Kunlarda “Ne?” soru sözcüğü “nuga?” şeklinde verilmektedir. Geçmişte Türkmenlerde de “ne?” yerine “nege?” soru sözcüğü kullanılmış. Türkmen şairi Mahtumkulu’dan bir örnek: “Nege yatıp sen” şiiri. Görüldüğü gibi, mevcut olan bu küçük örnekler de Kunlar ile Türkmenlerin dilleri arasında eskiden bir ilişkinin olduğuna şahitlik ediyor.

Sınırı aştığımız değil. Türkmen dili dünyanın en eski dillerinden biri. Kazakların ünlü âlimi, şairi Olcas Süleymanov şöyle yazıyor: “… Tarihi döneme kadar bütün Türkler, Türkmen dilinden çok ufacık bir farklı dilde konuşmuşlardır” O, kendi görüşünü ötesiyle ispatlamıştır. E.V. Sevortyan, A. M. Şerbak gibi ünlü Türkologlar ise kendilerinin eski Türk dilinin tarihini tamir eden çalışmalarında eski Türk dilinin kadimliliğini ortaya koymak için Türkmen dilini seçmişlerdir. Gelecekte Türkmen dilinin gerçek tarihi ortaya çıkarılır diye ümit ediyoruz. Belki o zaman eski dönemlerde Amerika’ya ulaşan Kunların da dil özellikleri Türkmence ile bir araya getirilir. Çünkü alimlerin bir ağızdan kabul ettikleri gibi, her hangi bir halkın bir sebebe göre kendi kavimlerinden uzaklara gidip, kalan kavimlerinde o halkın dilinin, ayrıca örf adetlerinin, gelenek ve göreneklerinin eskiliği, özelliği iyi korunmaktadır.

Sonuç olarak şunun altını çizmek istiyorum. Biz bu makaleyi bir reklâm olsun diye yazmadık. Hayatta arzusuz insan yoktur. Buna göre de “Eski Türkmenler” adlı bir kitap yazmayı çok eskilerden beri planlamıştım. Eski Oğuz-Türkmenlerin yirmi dört boyunun olduğu kuşkusuzdur. Ben yazmayı arzu ettiğim bu kitapta toplam yirmi dört bölüme yer vermeyi ve her bir bölümde ise birer boyun tarihine, etnik özelliklerine ait bilgileri yerleştirmeyi planlamıştım. Kaynaklardan yirmi üç boya ait bilgileri bulmak kolay, fakat cabarka veya yabarlı tayfasının tarihi henüz karanlığını koruyor. Şimdi ipucunu da bulmuşum gibi… İnşallah, gelecekte  sözünü ettiğimiz Kunların ters izi incelenirse, o zaman cabarka veya yabarlı tayfasının tarihini de yeniden yapılandırmak olur diye ümit ediyoruz.   

 

KIZILDERİLİLERİN ATASI SAHA TÜRKLERİ Mİ?

       ABD de genetik çalışmalar yürüten bir araştırma grubu, Amerika yerlilerinin sadece Sibirya da Saha (Yakut) Türklerinde rastlanan bir geni taşıdıklarını, Kızılderililerin bugün Sibirya ve Alaska arasında kalan bölgeden geldiğini savundu. Michigan Üniversitesi nde yürütülen çalışmada, Amerika nın kuzeyinden güneyine çeşitli bölgelerdeki yerliler ile Sibiryalı iki farklı grubun (Saha Türkleri ve tundralarda yaşayan Nentsiler) incelendiği bildirildi. Yapılan analizlerin sonucunda, tüm gruplarda ortak bir gen bulunduğu, bu nedenle Amerikan yerlilerin çeşitli ırklardan değil, tek bir ırktan oluştuğu ileri sürüldü.
Araştırma sonucunda hazırlanan raporda, tespit edilen ortak gene, Sibirya nın doğusu dışında hiçbir yerde rastlanmadığı belirtildi. Araştırmayı yürüten Noah Rosenberg, "Kıtaya göç eden gruplarda genetik çeşitlilik olmadığına göre Amerika kıtasında büyük bir kalıtımsal değişiklik olmamıştır" dedi. Antropolog ve arkeologların bir kısmı Amerika yerlilerinin 12.000 yıl önce kuzeybatıdan geldiklerini savunmuş, bir kısmı da 30.000 yıl önce Asya ve Polinezya dan deniz yoluyla geldiklerini iddia etmişti.
Amerikalılar ın geldikleri iddia edilen yer, kuzeybatı ABD ve doğu Rusya yı birbirinden ayıran Bering Boğazı nedeniyle kayboldu. Raporda ayrıca, Bering Boğazı çevresinde ciddi bir genetik çeşitlilik olduğu ve bunun göreceli olarak yeni gerçekleşmiş göçlerden kaynaklandığı belirtildi. Araştırma, PloS Genetics isimli uzmanlık dergisinde yayınlandı.

 

Aşağıdaki photoğraflar Dr. Farzad Marjani Tarafından Lasvegasta bir kızılderili mağazasında çekilmiştir.

new-1

DSC00486 DSC00487

DSC00504 DSC00505

DSC00506 DSC00507

DSC00508 DSC00509

DSC00488 DSC00489

DSC00490 DSC00491

DSC00492 DSC00493

DSC00494 DSC00495

DSC00496 DSC00497

DSC00498 DSC00499

DSC00500 DSC00501 DSC00502 DSC00503

DSC00510 DSC00511 DSC00513

 

Navajo Carpets

 

 



*  Türk alimi Besim Atalay bu kelimeyi  “Çaparka” şeklinde almıştır ve “Japonya” olarak tercüme etmiştir. (Bak. Besim Atalay DLT Tercümesi)