SURİYE TÜRKMENLERİ
1. Suriye
coğrafyası
Coğrafya
tarihin ana yurdusudur
SURİYE
Suriye,
Suriye yüzölçümü 185,180 km2 olan, Asya’da
Müslüman bir Arap ülkesi olarak tanımlanıyor.Suriye'de
yaşayan insanların nüfusu 16,673,282 (1998) şimdi 20
milyona tahmin edilir, Suriye doğu yanında Iraktır,
batı ak deniz ,güney urdun ve kuzey türküyedir, Suriye idaresi 14
muhafazaya bölünmüş , Şam(Damascus) Suriye başkent şehiri ,
başka büyük şehirleri Halep, humus, hama, ve Lazkiye.
Ortadoğu’da bulunan Suriye bu coğrafyada yer alan pek çok ülke
gibi çok dinin (mezhebin), ırkın, dilin bulunduğu demografik bir
yapıya sahiptir. Bugünkü Suriye’de yaşayan Türkmenlerin
durumuna geçmeden önce Suriye’deki tarihi seyri ve bu seyre
bağlı olarak Türkmenlerin buraya gelişlerini gözden geçirelim
2. Suriye
Türkmenlerinin Kısa Tarihçesi
Suriye, bulunduğu
coğrafi konum itibariyle; doğu ve batıyı
birleştirdiğinden Anadolu’nun tabii bir uzantısı
olmasından ötürü hem doğu ve hem de batıdaki devletlerin ilgi
odağı olmuştur. Sümerler, Asurlular, Makedonyalılar ve
Romalılar Suriye’de hakimiyet
kurmuşlardır.
İslamiyet’in doğuşundan
sonra bölgede, Hz. Ömer’le başlayan bir İslimi hareket
görüyoruz. Bu durum, Emevi ve Abbasi hanedanlıkları zamanında da
devam etmiştir.
Suriye'deki Türkmenlerin daha
7. ve 8. yüzyıldan beri Fırat
ve Dicle boylarına indikleri, ayrıca, Mezopotamya'dan ve Anadolu'dan
Suriye'ye göçtükleri 9. ve 11. yüzyıldan buyana bölgede yaşadıkları
bilinmektedir. daha önce Mısırda bir
Türk komutanı Tolun oğlu Ahmed kendi hanedanını kurmuş
(875) ve bu hanedan 905 yılına kadar devam etmişti.
Tolunoğlu Ahmed Suriye'yi (877) almıştı .
Daha sonra
yine başka bir Türk komutanı Toğaç oğlu Muhammed Ebu Bekir,
tarihte İhşidî adıyla anılan hanedanı kurmuş ve
bu hanedan (935-969) yılları arasında
bölgeye hakim olmuştur. Her iki Türk hanedanı, Abbasî
halifeliğinin bir politikası olarak Türk komutanları ile Türk
askerlerine, orduda büyük yer vermelerinin sonucunda doğmuştur. İhşidîler'i
(969) yılında Şiî Fatımî devletine yıktı.
X.Yüzyılın birinci
yarısında Abbasî İmparatorluğu iyice parçalanmış,
Irak'ta bile kuvvetini hissettiremeyecek bir duruma düşmüştü. Bizans
bundan faydalanarak karşı taarruza geçti ve birçok yöreleri ülkesine
katmaya muvaffak oldu. Bizans' a karşı, kuzey Suriye ve Cezîre'nin
(Kuzey Irak ve bazı Güney Anadolu yöreleri) hakimleri
olan Hamdanî hükümdarları karşı koymaya çalıştı.
Bu cümle adı geçen hanedanın en büyük hükümdarı olan
Seyfü'de-devle, Seyfü'de-Devle'nin en ünlü ve muktedir kumandanlarından
birinin “Türk Yemek” olduğunu biliyoruz. Bu Türk
kumandanının Kimek elinin yemek boyundan olduğu için böyle
anılmış olması muhtemeldir. (ölümü:951-2)
Türklerin bölgeye gelip
yerleşmeleri, Büyük Selçuklu Devleti’nin Gazneliler’le
yaptığı Dandanakan Savaşı sonrası olmuştur. Büyük Selçuklu Devleti, bu savaştan
sonra özellikle 1063 yılından itibaren kendi hayat tarzlarına
uygun buldukları bu bölgeye yerleşmeye başladılar.
Özellikle Halep, Lazkiye, Trablusşam ve Asi Irmağı vadisi
boyunca Hama, Humus ve Şam bölgesinde bu yerleşme yoğunluk
kazanmıştır. Türklerin buraya yönelik akınları
Afşin ve Sandık Beyler komutasında Halep’e kadar devam
etmiştir. (1069-1070) yıllarında ise
Kurlu ve Atsız Beyler, Güney Suriye’yi tamamen ele
geçirmişlerdir.
(1071) yılında
Malazgirt Savaşından sonra Aşağı ve Yukarı
Fırat boylarında, Saltuklar, Mengücekler, Danişmendiler,
Yınaloğulları, Artuklar gibi Türk Beylikleri kurulmuştur..
(1077) yılından beri
Suriye Selçuklu meliki olan Tutuş, kendini sultan ilân ederek,
Oğuzların Yıva Boyu ile Bayat, Avşar, Begdilli, Döğer ve Üçoklar oymakları Şam ve
Halep’e yerleşmişlerdir. Berkyaruk'un üzerine yürümüş, fakat
yenilmişti (1095). Oğullarından Rıdvan Halep'te,
ve Dokak Şam'da hâkimiyetlerini ilân ettiler. Halep hakimi
Rıdvan Haçlılarla mücadele etti. Bir ara
sınırlarını Güney Anadolu'ya kadar genişletti.
(1117)'ye gelindiğinde her
iki bölgede de hâkimiyet, atabeylerin eline geçmişti. Suriye
Selçukluları'nın Şam kolu, Atabey Tuğtekin tarafından
yönetiliyordu. Oğlu Tacü'l-mülk Böri babasının ölümü üzerine
idareyi ele aldı. Pek güçlü olmayan bu atabeylik, Zengî Atabeyi Nureddin
Mahmut tarafından ortadan kaldırıldı (1154).
(1127) yılında
Melikşah'ın Halep Valisi Ak-Sungur'un oğlu İmadeddin
Zengi'nin Musul valiliğine
getirildi. Haçlılara karşı verdikleri mücadelelerle öne
çıkmışlardır. İmadeddin Zengî, Haçlılardan
Urfa'yı alınca Avrupalılar II. Haçlı Seferi'ni
düzenlemişlerdir (1137). Zengî'nin ölümünden sonra atabeylik Musul ve
Halep olmak üzere iki kola ayrıldı (1146). Halep'teki oğlu
Nureddin Mahmut haçlı kontluklarına karşı
başarılı mücadeleler verdi. Şam'daki Börileri kendine
bağladı. Haçlılarla iş birliği yapan Mısır Fâtımî Devleti'ni ortadan kaldırdı (1171).
Nureddin Mahmut ölünce atabeylik Eyyubi ailesine intikal etti (1174).
Selahattin Eyyubi komutasındaki Müslümanlarla birleşerek
Haçlılara karşı bölgeyi savunmuşlardır
Selahattin Eyyubi’nin
ölümünden sonra bölgeye bir başka Türk devleti olan Memluklular hakim olmuştur. Anadolu’ya hakim
olan Türkiye Selçuklu Devleti ise, 1243 yılında Moğollarla
yaptığı Kösedağ Savaş’ını kaybetmesi
sonrası ağır Moğol baskısı altında kalmıştı.
Bu baskı sonucu özellikle Kayseri ve Sivas’ta yaşayan
Türkmenler, Memluk Sultanı Baybars zamanında Suriye bölgesine
yerleşmişlerdir. Bu dönemde Suriye’ye gelip Şam’a
yerleşen Türkmenler, İlhanlı hükümdarı Ebu Said
Bahadır Han’ın ölümünden sonra çıkan siyasi
karışıklıktan faydalanarak 1337’de Elbistan
civarında Dulkadiroğulları beyliğini
kurmuşlardır. Yavuz Sultan Selim, 1516 yılında
Mercidabık’ta Memlukluları yenerek bu günkü Suriye
topraklarını Osmanlılara bağlamıştır.
Suriye Türkleri, ilk
yerleşimlerinde göçebe olarak kalmışlarsa da sonradan
yerleşik düzene geçmişlerdir. Konar-göçer ahalinin merkeziyetçi bir
devlet nizamı ile bağ-laşamayan hayat tarzları yüzünden
yerli halka büyük zararlar vermelerim sona erdirmek endişesi
, Harab ve boş yerleri imar etmek ve yeniden ziraata açmak
(1691-1699) yılları arasında konar-göçer halkın
Osmanlı hükümet tarafından iskan edilmesinin bazı
sebepleridi .
1916 sonuna kadar da bu bölgedeki Türk hakimiyeti, kesintisiz olarak 402 yıl sürmüştür.
Bu sürede bölge sakinleri, derin Türk kültürü etkisi altında
kalmıştır. Bu etki kendisini en çok dil konusunda
göstermiş; Suriye lehçesi en fazla Türkçe kelime içeren Arab lehçesi
olmuştur. I. Dünya Savaşı sonuna kadar Osmanlı hakimiyetinde kalan Şam, Trablus ve Halep eyaletleri
şeklinde yönetilen Suriye, Türk yönetimi altında kültürel, sosyal ve
ekonomik açılardan kalkınmış ve en huzurlu dönemini
geçirmiştir.
3. Suriye
Türkmenleri ve yaşadığı yerler
9. yüzyılda
Tolunoğulları döneminde ilk defa Türk hakimiyetine
giren Suriye, 11. yüzyılda Selçuklu Türkleri'nin, 1260'a doğru Memlûk
Kıpçak Türkleri'nin eline geçmiş, 1516 yılında Yavuz'un bu
ülkeyi fethetmesiyle Osmanlı hakimiyetine girmiş ve 850
yıllık Türk idaresinden sonra
20.
yüzyılın ortalarında çok sayıda Suriye Türkü
Araplaşmış, böylece bu ülkede yüz yıllardır süren
asimilasyon son dönemde de devam etmiştir>
Oğuz
Türkleri'nin ve Memlûk Kıpçakları'nın torunları olan Suriye
Türkleri'ne Bayır-Bucak Türkleri de denilmektedir. Türkler bu ülkede
azınlık olarak kabul edilmemekte ve kayıtlarda Müslüman olarak
geçmektedirler. Halk arasında ise Türkmenler olarak adlandırılmaktadırlar.
Suriye'de Bayat, Afşar,
Karakeçili, İsabeğli, Musabeğli, Elbeyli, Akar, Hayran,
Çandırlı, Sincar gibi Türk boyları yaşamaktadır. Bu
Türk boyları ile Anadolu'daki uzantıları olan Türk boyları
arasında inançlar, gelenekler ve folklorik pratikler bakımından
çok önemli benzerlikler tespit edilmiştir.
Suriye'de
yaşayan Türkler'in nüfusu hakkında verilen rakamlardan 100.000
tahmini bu gün artık eskimiştir. Yakın zamanlarda verilen
tahminler ise 500.000 - 1.000.000 daha azdır ,gerçek rakamlar 1.8 - 2
milyon arasında tahmin edilir, Onlarada Araplaşmış Türkleri
eklenirse onların sayısına
ikiye katlaşır
Suriye'de Toplam 523 Türk köyü vardır (büyük şehirler harlarından başka) . Suriye hükümeti, son yıllarda Türkçe yer adlarını Arapça'ya çevirmiştir. İsabeğli "İseviye", Kabamazı "Belutiye", Tırınca "Ümitüyur", Karınca "Behlüliye" olmuştur
Suriye'de
Türkçe eğitim yapan okullar olmadığı gibi. Türkleri bir
arada tutan her hangi bir teşkilat da yoktur. Köy ve kasabalarda
yaşayan Türkler kendi aralarında Türkçe konuşmayı
sürdürürler. Yüksek eğitim yapan Türkler'in sayısı çok
azdır ve tamamına yakını Türkiye'deki okullarda
okumuştur.
Türkçe
çıkan yayın organları, 1922'den 1937'ye kadar, sürgündeki Refik
Halit'in de katkılarıyla renklendirdiği, "Doğru
Yol" ve "Vahdet"'tir.
Suriye
Türkleri, şiveleri ve edebiyatları bakımından Türkiye'nin
bir uzantısı gibidirler. Suriye'de konuşulan ağız da,
Hatay bölgesinde konuşulan Türkmen ağızlarının bir
devamı niteliğindedir.hama ve humus Türkmenlerinin şivesi eski
Osmanlı diline daha yakın. Ve bazı ülkelerde Azerbaycan diline
yakın olunmaktadır.
·
Lazkiye Türkmenleri
|
|
kesab |
Lazkiye sahili
|
Suriye'nin Akdeniz
kıyılarında, başta Lazkiye şehir merkezi Cimmel
Harası (Türkmen Mahallesi) olmak üzere Basit, Bayır, Behlüliye,
Kesap nahiye ve köylerinde Bayır-Bucak
Türkler yaşamaktadır Bu
şehir ve nahiyelere bağlı Türkler'in
yaşadığı köy sayısı ise yörelere göre
şöyledir: Lazkiye vilayet merkezi ve Kesap Nahiyesi'ne
bağlı 6; Bucak bölgesinde sahil boyunca 84; Behlüliye Nahiyesi'ne
bağlı 12; Bayır Nahiyesi merkezine bağlı
Kebeli'nin kuzeyinde 27, doğusunda 8, güneyinde 11; İncesu'nun
batısından güneye doğru olan bölümünde 20, doğusunda 17. Suriye hükümeti, son yıllarda
Türkçe yer adlarını Arapça'ya çevirmiştir. İsabeğli
"İseviye", Kabamazı "Belutiye",
Tırınca "Ümitüyur", Karınca
"Behlüliye" olmuştur. Bazı Türk köyleri : (Karamustafa,
Büyükpınar,Köy Çiçekliyazı mahalleleri) , hayat, sallor, al yamamah,
assamra, al ğassaniyeh, kastalmaaf, ğamam, um tuyur,
zınzıf, Turunç, Meydancık, Hacranlı Hasancık
Saray, Camuslu, Bödirsiye, Karaca, Çamurlu, Bostancık, Fakıhasan,
Karabacak, Mollomahmutlu, Ubeydiye, Karamanlı, Kara Cücük, Türkmenli,
Çalkamanlı, Sağırt, Ali, Elmalı, Abanlı, Bayır
nahiyesinden, Gebelli, Dervişhan, Gebere, Şeren, Karaahmet, Gökdağ,
Yumuşak, Mılıklı, Kebir,Murtlu, Karakisa, Ulucak, Kara
pınar, Aşağı Karamanlı, Yukarı Karamanlı,
Saldıran, Karacağız, İsapınar, Kulcuk Pınar,
Kulcuk, Çukurcak, Nisibin, Dağdağan, Çovkaran, Sarraf, Kapıkaya,
Ablaklı, Kapaklı, Çanacık, Korali, Çınarlı,
Kızıkçuracık, El Kasap, Kislecik, Mahruka, Kuruca,
Kızınca, Ağcabayır, Cümeren Yamadı,
Burc-İslam, Sulayıp
·
Halep Türkmenleri
halep kalesı |
Osmanlı
Devleti döneminde Türk nüfusunun idari merkezi Halep'ti. Halep,
sokaklarında Türkçe konuşulan bir yerdi. Türk mimari ve sanat
eserleri Halep'te oldukça çoktur. Suriye'de Halep şehiride
daha çok yaşayan Türkler vardır şehir merkezi huyluk
harası(büyük bir Türkmen Mahallesi ,Türkmen nüfusu 400,000 tahmin
edilir ) , Kürtdağı, Cerablus, Mümbiç,
Musabeyli, Azez nahiyeleri ve yörelerinde Türkler
yaşamaktadır , Bu şehir ve nahiyelere bağlı Türkler'in
yaşadığı köy sayısı ise yörelere göre
şöyledir: Cebeli Sema'nın doğusunda nahiye merkezi
ile 16; Kilis'in güneyinde Azez Kazası'na bağlı, Azez
ile Aferin Suyu arasında 17, Azez'in doğusunda 29, güneyinde Halep'e
bağlı 3; Çobanbeğ Nahiyesi'nde Mümbiç
Kazası'na doğru 54, aynı kazanın güneyinde
15; Baraklı Oymağı'ndan Cerablus Nahiyesi'ne
bağlı 26; Sacır Suyu'nun güneyinde 23; Urfa hudud
nahiyesi Mürşid Pınarı ve Akçakale Kazası'nın
güneyine isabet eden ve Belih Irmağı'na kadar uzanan sahada 59 köy
olmak üzere .Halep Bazı Türk köyleri : mirza, kerpiçli, arabazi,
merhan, beyliz, nabğa, kanlı koy, eşekli, usbağılar,
gavureli, amerne, bel veren, kantara, taflı, lilve, yusuf başa,
kadılar, memeli, kurucu höyük, taş atan, buyan, dadlı, belli,
sakkal veran, kara yakub, kara taş, kara kuz, balali köy, bandarlık,
duraklı, anbarlı, hacı hasanlı, kara baş, bir elli,
avşar, küllü, dabık, yazlı bağ, ıral, şüvirin,
delha, iğde, tukmen barıh, kara köy, kara mazraa, harab mamal, azak,
hava köy, telile, şidar, beş curun, sinekli, ziyarat, okuf, çoban
bey, hedebet, tiral, kurt, öküz öldüren, cubban, üvilin, zülüf, kalkum,
bablimun, tat hums, çeke
·
Hama ve Humus Türkmenleri
"Humusta kim derse ben Türkmen değilim o asılında humuslu değildir " , işte Suriye tarihçisi ( Süheyl zakkar) demiş , çünkü ona ve eski Arab tarihçisine (bin el esir )a göre, 11. yy humusu büyük bir deprem yıkmış, tamamını viran etmiş sonra humusu yeniden tamir eden Türkmenlerdir (zingilar ve Selçuklular), Nureddin Mahmut bin zingi tarafından, humusun merkezinde eski haralarından birinin adı haratul-Türkmen(Türkmenler harası) ve eski şehir kapılarından birisi babu- türkmen (Türkmen kapısı) ama bu günlerde bu haralarda yaşayan Türkmenler tamamen arablaşmış .
|
|
Halid ibn el valid camisi işte Türk mimarlar izi |
Humus eski şehir merkezi üst tarafta Nueddin Mahmut camisi |
Suriye'nin
Hama-Humus şehirleri ve Lübnan sınırı arasında
kalan kısımdır. Türkmenler genellikle Humus'ta ve Humus
köylerinde ve bazı Hama köylerinde yaşamaktadırlar.
Osmanlı imparatorluğun devrinde Buralara
yerleştirilmeğe davet edilen ve iskana memur olan oymaklar
şunlardır: Kara Avşar, înallu, Döğer oğlanı, Hama
Değeri Mustafa kethüda, Hama Düğeri tabi-i Derviş kethüda,
Şam Beğmişlüsü, Hüccetlü, Kapu-uşak, Eymir-i Dündvarlu,
Çozlu Çerkez-oğulları, îdris Kethüdaya tabi Abalu, Tokuz han
Harbendelüsü, Kara Tohtemürlü, Köse Kethüdaya bağlı Şerefli,
Uşak obası, Beşîr-oğulları obası, Eymir-i
Sincarlu, Bozlu, Ebu Derda'ya bağlı olan Bozlu ,Tohtemürlüsü, Salur
(Sellüriyye) türkmenleri, Dindaş oğlu îsmail Bozulus'a
bağlı olan Genceli Avşarı, Kızıl Ali,
Danişmendlü'ye tabi Kara Halil .
Humusa bağlı bazı Türkmen köyleri : baba
amr harası ( bugünkü Türkmenler
Mahallesi ) zara, mitras, bdada, arcun,
alhusun, dar kabira, kızhıl, üm al kasab, samalil, burc kaya.
Hamaya
bağlı bazı Türkmen köyleri : akrab (kara halili),
tulluf, hazzur, huvvır el trukman, bıt natır ,
hırmıl
·
Kunteyra Bölgesi Türkmenleri :
Burası Filistin sınırına çok yakındır. Kafkasya'dan gelenler 1878'de buraya yerleştirilmişlerdir. bağlı bazı Türkmen köyleri : hafr, al kadırıyye, kafr nafah, zabya, al rezzanıyye, ahmadıyye, huseynıyye, ayn kura, ayn sümsüm, ayn alak, üleyka, ayn ayşa.
·
e- Şam ve draa Türkmenleri :
Şehirde Türkmenlerin oturduğu büyük bir mahalle bulunmaktadır. Ayrıca Havran ovasında da Türkmenler vardır. Şama bağlı bazı Türkmen köyleri : kaldun, ruhaybe, adra ve bazı şam haraları ( el hecer el esvad el tadamün , cöber ) ve draaya bağlı bazı Türkmen köyleri : dara şehir merkezi , busra, maarba, burak, |
|
|
Süleymaniyye camisi |
4. Turkmen villages in suria
Suriyedeki
türkmen obalar
1.
Halap şehirinde ve muhafazasıda:
Yeni arab
isimi |
Asil
isim |
hulluk |
hüllük(
halap şehirinde bir mahalla) |
mirza |
mirza |
tal
alı |
kerpiçli |
arab
azzeh |
arabazi |
balwa |
merhan |
biliz |
beyliz |
nabğa |
nabğa |
jub
addam |
kanlı
koy |
humayra |
eşekli |
fursan |
usbağılar |
gandura |
gavureli |
amerne |
amerne |
bel
weren |
bel
veren |
kantara |
kantara |
taflı |
taflı |
lilwe |
lilve |
yusuf
başa |
yusuf
başa |
kadı |
kadılar |
um
assadaya |
memeli |
tal
agbar |
kurucu
höyük |
? |
taş
atan |
? |
buyan |
? |
dadlı |
? |
belli |
? |
sakkal
veran |
? |
kara
yakub |
hacar
aswad |
kara
taş |
|
|
kara
kuz |
kara
kuz |
balali
köy |
balali
köy |
bandarlık |
bandarlık |
duraklı |
duraklı |
anbarlı |
anbarlı |
hacı
hasanlı |
hacı
hasanlı |
kara
baş |
kara
baş |
biral |
bir
elli |
afshar |
avşar |
küllü |
küllü |
dabık |
dabık |
yazlı
bağ |
yazlı
bağ |
ıral |
ıral |
şüvirin |
şüvirin |
delha |
delha |
zayzafun |
iğde |
tukmen
barıh |
tukmen
barıh |
kara
köy |
kara
köy |
kara
mazraa |
kara
mazraa |
|
|
harab
mamal |
harab
mamal |
azak |
azak |
tal al
hawa |
hava
köy |
telile |
telile |
şidar |
şidar |
beş
curun |
beş
curun |
sinekli |
sinekli |
ziyarat |
ziyarat |
okuf |
okuf |
arraii |
çoban
bey |
hadabat |
hedebet |
tiral |
tiral |
kurt |
kurt |
öküz
öldüren |
öküz
öldüren |
cubban |
cubban |
üvilin |
üvilin |
zülüf |
zülüf |
alnahda |
kalkum |
bab
laymun |
bablimun |
tat
hums |
tat
hums |
jekke |
çekke |
2.
Lazıkıyyıa muhafazası
Bu muhafazada çok
isimlar degişmiş cunku Lazıkıyya şehirin çök köyleri
turkmen köyü bu yüzden arab hukumeti bir gün türkiyeye sendikalamak istemesine yol
kesmek diya isimliri
değiştirdi :
yeni ad
( Arabça) |
asıl
ad ( Turkçe) |
hayat |
kara
çağız |
sallor |
sallor |
al
yamamah |
kara
ömer dağı |
ayn
ısa |
ısa
baklı |
? |
düz
ağacı |
assamra |
karamdılık |
al
ğassaniyeh |
? |
kastalmaaf |
? |
ğamam |
? |
cümeran |
cümeran |
um
tuyur |
? |
burj
ısalam |
? |
slayıp |
? |
zınzıf |
zınzüf |
agçı
bayır |
agçı
bayır |
karuça |
karuça |
|
3.
Hama muhafazası :
yeni ad
( Arabça) |
asıl
ad ( Turkçe) |
akrab |
akrab |
talaf |
tulluf |
hazzur |
hazzur |
huvvır
al trukman |
huvvır
al trukman |
bıt
natır |
bıt
natır |
4.
Homs şehiri muhafazası :
yeni ad
( Arabça) |
asıl
ad ( Turkçe) |
baba
amr |
baba
amr ( homs şehırnde bir mahalla) |
dar
kabira |
dar
kabira |
kızhıl |
kızhıl |
üm al
kasab |
üm al
kasab |
samalil |
samalil |
kala |
kala |
sukkara |
sukkara |
5.Tartus
muhafazası :
yeni ad
( Arabça) |
asıl
ad ( Turkçe) |
zara |
zara |
züveytini |
züveytini |
mitras |
mitras |
bdada |
bdada |
arcun |
arcun |
bıt
aslan |
bıt
aslan |
alhusun |
alhusun |
5.
Şam ve deraa : orada bazı köyler
Sultan Abd AlHameed II Ghazi about 1899
Osmanlı döneminde hac
yolunu korumak üzere Suriye’ye yerleştirilen Türkler, bugün ana
dillerini unutmak üzere. Şam, Humus, Lazkiye ve Halep’te kenar
mahallelere yerleşen Türkmenler hem ekonomik hem de kültürel bakımdan
zayıflar. Bilek gücüyle çalışıyor ve önemli mevkilere
gelemiyorlar. En büyük üzüntüleri Türkiye’nin onları unutması.
“Türkiye neden kültür merkezleri açmıyor?” diyen de var,
“Bizden vize istemeyin.” diyen de…
Adı Türkiye.
Suriye’de yaşayan 1,5 milyon Türkmen’den biri. Ülkenin
kuzeyindeki Humus’un merkez köylerinden Kızhıl’da
yaşıyor. Ona “Türkiye” adını veren babası
oğluna da “Türkî” demiş. Şimdi 70’li
yaşlarını süren ve tek kelime Türkçe bilmeyen bu kadın,
Kızhıl’ın geniş avlularından birinde akşam
serinliğiyle büyüyen halkaya dâhil oluyor. Komşular, akrabalar,
arkadaşlar, üç-beş kelime Türkçe konuşanlar ya da Türkiye
Türkçesi neye benziyor bilmek isteyenler; İstanbul’dan gelmiş
konuklara dikkat kesiliyor. Sohbet yarı Arapça yarı Türkçe, devrik
cümlelerle kırık dökük ilerliyor. Arada kapı açılıyor,
“biraz Türkçe bilen” biri daha kendini sınamak üzere meclise
katılıyor. Hiç konuşamayanlar, gülüşmeler
eşliğinde bir odaya kapatılıyor. Evin oğlu Abdülaziz,
yüzünde muzip bir gülümseme, elinde anahtarla çıkageliyor: “Türkçe
öğrenene kadar odada kalacak.” Bu köy evinde toplanan
kalabalık, hayat biçimleri, ilgileri, merakları, sorunları ve
‘iki adım’ uzaklıktaki Türkiye’ye ilişkin
görüşleriyle yüzlerce yıldır Suriye’de yaşayan
Türklerin bir numunesi aslında… Ancak, şehirden şehire
hatta köyden köye, Türkiye sınırından uzaklığa, Hatay,
Adana, Antep’teki akrabaları ziyaret sıklığına,
Araplarla içli dışlı olmaya ve eğitime bağlı ufak
değişiklikler yok değil.
Bugün Suriye’de yaşayan Türkmenlere ilişkin net bir rakam yok.
Onlara kalırsa nüfusları dört milyonu buluyor; ancak Türkiye
kaynakları taş çatlasa 1,5 milyon Türkmen’den söz ediyor. En
doğru bilgi Suriye’nin elinde; çünkü nüfus cüzdanlarında Arap
vatandaşı görünenlerin gerçek kimlikleri kayıt altında.
Suriye Türkmenlerinin en büyük sorunu ana dillerini unutuyor olmaları.
Özellikle Hama ve Humus’un iç kısımlarında esenliği
Araplar gibi yaşamakta bulanlar, çocuklarına Türkçe öğretmekten
ısrarla uzak duruyor. Türkmen olmak iyi bir gelecek vaat etmiyor onlara.
Şimdilik, kimliklerini reddetmiyorlar; ancak yakın bir gelecekte kim
olduklarını unutacaklar. Humuslu “Türkiye” ninenin tek
kelime Türkçe bilmemesi belki de buna en güzel örnek.
Humus’ta ilk durağımız 550 yıllık olduğu
söylenen Kızhıl Köyü. Şehir merkezine on dakika uzaklıktaki
köyde Türkçe unutulmuş; ama hatırlı bir dost gibi. Gündelik
hayatta Arapça’yı tercih eden Humus Türkmenlerinin ortak görüşü
şu: “Türkçe’nin bize hiçbir faydası yok.” Okulda,
sokakta, resmî dairelerde bir geçerliliği olmayan ana dilleri, yıllar
içinde gözden düşmüş. Fakat Türkçe sorulara cevap verebilmek için
sarf ettikleri çaba görülmeye değer. Gençlerin
dağarcıklarındaki kelime sayısı üçü-beşi
geçmiyor, yine ne varsa yaşlılarda var. Türkiye’den gelen
misafirlerini “Nasılsın, keyflisin inşallah” diye
karşılıyor ve kimi vakit “Senin dilin pek ağır,
bizimki hafif” diye yakınarak kimi zaman da “Şimdi sen ağnıyon
mu beni?” diye şüpheye düşerek sohbete devam ediyorlar.
Osmanlı çekildi, biz kaldık burada
Köyün tarihi ve uzun yıllar önceye dayanan göç serüvenleriyle ilgili pek
az şey biliyorlar. Abdülkerim dede, dillerinin ve giyimlerinin
Türkiye’ye ne kadar benzediğiyle ilgileniyor daha çok. Türk
kanallarında haber okuyan spikerleri çok hızlı konuşmakla
itham etse de teselliyi çabuk buluyor: “Siz, çok yabancı kelime
karıştırmışsınız canım. Bizim dilimiz
daha temiz. Hakiki Türkçe’yi biz konuşuyoruz aslında.”
Giyim meselesine gelince; Türkmen erkekler tıpkı Araplar gibi beyaz
uzun elbiseleri, kadınlar ise siyah ince kumaştan dikilmiş
‘abaye’leri tercih ediyor.
Kızhıl Köyü adını, orada medfun Osmanlı emiri Sinan
Kızhıl’dan almış. Kabrin yakınlarında Yavuz
Sultan Selim zamanından kalma Osmanlı altınları bulan
öğretmen Muhammed Genco, Suriye topraklarına nasıl
yerleştiklerini, devrik cümlelerle anlatıyor: “Biz Türküz,
dedem aynı sizin gibi söylerdi. Osmanlı getirdi bizi
Türkiye’den buraya, koydu ceyş (ordu). Ecnebiler içeri girmesin
diye. Dedelerimiz kovaladı onları. Sonra biz burada kaldık
işte, Arapların arasında.” Bu göç hikâyesine, küçük bir
ekleme yapmak gerekiyor. Osmanlı döneminde hac yolunun emniyete
alınması için yerleştirilen Anadolu Türkleri, bölgelerinde isyan
eden, devlete problem olan güçlü ailelerden seçilmişti. Yeni
yurtlarında bir kabile asabiyeti gösteremedikleri için uyum içinde
yaşamışlar ve kendilerine verilen görevi hakkıyla yerine
getirmişlerdi.
Köyde çocuklara sıklıkla verilen “Osman” isminin
arkasında Osmanlı sevgisi var; ancak, gençlerin kafası biraz
karışık. Tarih kitaplarında Osmanlı’yı
‘sömürgeci’ diye tanıtan bölümler, aralarında
Türkmenlerin de bulunduğu bir nesli Osmanlı düşmanı olarak
yetiştirmiş. Suriye’nin hatayı düzeltmeye yönelik girişimi
ise henüz çok yeni. Eylül ayı sonunda Şam’da yapılan
“Osmanlı Belgelerinde Bilâd-ı Şam” isimli
uluslararası kongrede Suriye, Osmanlı tarihini, Türkiye’ye
danışıp yazacakları haberini verdi.
Bu karar sevindirici; ama Kızhıl Köyü’nde öğretmenlik
yapan Türkmen Neda Bekir’in gerçeği anlaması biraz zaman
alacak: “Biz, Osmanlının Arapları Türkçe konuşmaya
zorladığını ve Arapçayı
yasakladığını okuduk. Arapların mazlum olduğunu
düşünüyorum. Kitaplar böyle yazıyor ve bana göre başka bir
gerçek yok.” Anne Arap, baba, ana dilini neredeyse unutmuş bir
Türkmen olunca Neda’nın Türkçe’yi öğrenmesi mümkün
olmamış. Humus’a bağlı Sem Ali ve Kal’a köyleri
de Kızhıl’dan çok farklı değil. Türkçe konuşmaya
utanan kadınlar, “Sizin diliniz ağır, bizimki hafif”
kıyaslamaları ve candan karşılamalara rağmen gözlerde
belli belirsiz gezinen şüphe ve tedirginlik…
Kimi yerlerde kimlik sormaya ve ufak bir sorgulamaya kadar varabiliyor bu güven
sorunu. Kal’a Köyü’nün öğretmeni Cevher Barak, ilk gün
heyecanla karşıladığı konuklarına ikinci gün
temkinli yaklaşıyor. Güvenmek için fazla nazlanmıyor ama.
Kimliği ve tarihi hakkında konuşma ihtiyacı ağır
basıyor olmalı ki, “Biz bilmezik, hardan geldik.
Türkiye’den mi, Rusya’dan mı, Türkmenistan’dan mı?
Siz bizim tarihimizi bilir misiniz? Büyüklerimiz denizden geldiğimizi
söyledi. Çok rivayet var; ama...” diyor. Barak’ın kafası
karışmış görünüyor; ama tarih, ‘deniz yoluyla’
geldiklerini söyleyen büyükleri doğruluyor. 1877-78 Osmanlı-Rus
savaşının kaybedilmesinden sonra Ermenilere toprak açmak için
harekete geçen Rusya’nın özellikle Kafkasya’daki Türkmenleri
tehcir ettiği ve onların bir kısmının Suriye’ye
bir kısmının da Bekaa Vadisi’ne yerleştiği
biliniyor.
Biz bin yıldır buradayız
Yörenin büyük Türkmen köylerinden Tıllıf’ta da, güvensizlikle
içtenlik yan yana. Diğer Türkmen köylerinden uzakta, bir nehrin
kıyısına kurulan ‘Küçük Şam’ lakaplı
Tıllıf’ın ‘içtenlikli’ yüzü; demirci
Ğanim ve karısı Fediye. Yetim dedesine
yakıştırılan ‘acıoğlan’
lakabını soyadı olarak taşıyan Ğanim,
‘Nereden geldiniz?’ sorusunu diğerleri gibi cevaplıyor:
“Burada kimse bilmez nereden geldiğini.” Suriye Kürtlerinin
yabancılarla evlenmeme prensibini hatırlatan Ğanim, biraz
karamsar; “Biz çok karıştık, 50 yıl sonra bu
topraklarda Türkçe konuşan kalmayacak.”
Humus’ta öğretmen adaylarına pedagoji dersi veren Abdullah
Hacuk göç serüvenlerini, tarih fakültesinin son sınıfında
okutulan ‘Selçuklular’ adlı kitaptan öğrenmiş.
Kitaba göre, Türkmenlerin Suriye serüveni bin yıl önce Selçuklular
dönemiyle başlıyor. Türklerin bölgeye yerleşmeleri, Büyük
Selçuklu Devleti’nin Gazneliler’le yaptığı
Dandanakan Savaşı sonrasına rastlıyor. 1063
yılından itibaren, özellikle Halep, Lazkiye ve Asi Irmağı
boyunca Hama, Humus ve Şam bölgesine yerleşen Selçuklular
şimdiki Türkmenlerin atası. 11. yüzyılda keşfedilen bu
bereketli topraklar Osmanlı’nın çöküşüne kadar Türklere
vatan oluyor. Sultan 1. Selim’in, 1516 yılında
Mercidabık’ta Memlukluları yenerek bugünkü Suriye
topraklarını Osmanlılara bağladığını ve
Türkmen köylerini, hac yolunu koruyacak biçimde yerleştirdiğini
hatırlatan Hacuk, “Bizim soyadımız da belki oradan
geliyordur. Hacuk soyadı, Hacyükü’nün zamanla değişime
uğramış hali.” diyor.
Abdullah Hacuk’un hac yolunu koruması gerekmiyor bugün; ancak,
karayoluyla hacca giden Türkleri evinde misafir ederek dedelerinden miras
görevi sürdürüyor. “Halid bin Velid türbesinin yanında, arabada
yatan bir Türk aileyi misafir ettik. Döndükten sonra bir mektup gönderdiler.
Balıkesir’in Sındırgı İlçesi’nde
‘Hacyükü’ isimli iki köy varmış. Ama gidip
göremedik.” diyor.
Türkiye’de kaybolmuş akrabaları veya köyleri aramak için
yollara düşmek, sadece Hacuk’un değil, çoğu Suriyeli
Türkün hayâlini süslüyor. Kimi zaman da yanlış anlamaların
oluşturduğu heyecan dalgası, Türkiye’den gelen bir
konuğun beyanıyla hayâl kırıklığına
dönüşüyor. Mesela, Kızhıl Köyü’ndeki Bekir ailesi,
İstanbul’daki Bakırköy’ün, Bekirköy’le bir ilgisi
olmadığını anlayınca epey üzülmüş.
Abdullah Hacuk’un bir dolu isteği var Türkiye’den. Balkanlar
ve Ortadoğu’daki bütün Osmanlı yadigârları gibi o da,
önünde yol açan bir ‘baba’ya ihtiyaç duyuyor; “Türkiye bize
kimlik vermiyor, tamam. Biz burada kalak ve Türkmen dilini yaşatak, çok
iyi; lâkin en azından gençlerimizi okutun. Humus’ta Fransa ve
İngiltere’nin kültür merkezleri var. Türkiye’nin neden yok?
Türkmenistan biraz yol açtı bize; ama yetmez. Ben bir vakıt zannettim
ki, Türkiye hepimizi yığacak böyük bir millet olacağız. Bir
lugat bir dil söylerik ne de olsa…” Hacuk’un Türkçe’si
Humus Türkmenlerinde rastladığımız en iyi Türkçe; ancak o
daha ötesini düşlüyor; “Türkiye’de biraz kalsam, dilimi
düzeltsem, sonra Türkmenlere Türkçe öğretsem.” Dil konusundaki
hassasiyetine rağmen, çocuklarına Türkçe öğretmek istemeyen
anne-babalara hak veriyor. “Uşaklarım Türkçe bilmez; çünkü
eşim Arap. Dili ana öğretir. Ben çok istedim; uşaklarım
gider, Türkiye’de okur, oradan gelin getirirler. Böylece hem kendileri
hem de uşakları Türkçe öğrenir; ama olmadı.”
Halep’te kunduracı Türkmenler
Şam’dan Halep’e kalkan otobüste, onlarla aynı dili
konuştuğunuz için neredeyse ‘akraba’lık ilân edecek
üç-beş yolcu her zaman vardır. Bilete fazla para vermemeniz için
uyarır, nereden gelip nereye gittiğinizi sorar, mola yerinde çay
ısmarlamak ister ve nihayet Halep’e
vardığınızda, “Anam, bacılarım güzel Türkçe
konuşur. Bize buyurun.” derler. Şam’da bir
kunduracıda çalışan ve hafta sonları ailesini ziyaret eden
Ahmed Küçük onlardan biri. Halep’in meşhur Türkmen mahallesi
‘Hülluk’ta, gelinler ve damatlar için açılmış her
yeni yatak odasıyla büyüyen bir apartmanda yaşıyor. Ne kendileri
ne de misafirleri için oturma odaları var; yazları hep birlikte
terasta oturuyor, misafir geldiğinde odalarından fedakârlık
yapıp geceyi terasta geçiriyorlar.
Evin reisi, sekiz çocuğun babası Abdurrahman Küçük, mahalle camiinin
hem imamı hem müezzini. Anadolu’da kullanılan kelimeler onun da
dilinde. “200 senedir buradayız. Türkiye’den geldik.”
Ahmed’in küçük kardeşi Velid; “Burada gençler pek okumaz,
bileğimiz işlemezse aç kalırız.” diyor. O da
ağabeyi ve diğer Halepli Türkmenler gibi kunduracılık yapıyor.
Aşağı ve yukarı olmak üzere ikiye ayrılan Hülluk
Mahallesi’nde her evden en az iki kişi ayakkabı üretiyor.
Biz hep gelmenizi bekliyorduk
Kimi kunduracılar, küçük, loş atölyelerden çıkan ürünlerin iç ve
dış piyasada rağbet görmesiyle markalaşma çabasına
girmişler. Zekeriya Oun, adının baş harfi ve
soyadını kullandığı ‘Zoun’ marka
kışlık botları gösteriyor. Modeller, Türkiye
fuarlarından geliyor. Senede bir iki defa Antalya ve İstanbul’a
uğruyor, yenilikleri takip ediyorlar. 40 yıldır Halep’te
yaşayan Zekeriya Usta’nın ailesi, Türkmenlerin,
kunduracılığı ve terziliği kimseye kaptırmadığının
tipik örneği; altı erkek kardeş kunduracı, bir kız
kardeş terzi. Üstüne üstlük, ustanın iki oğlu da kundura
işinde çalışıyor. Kunduracılığı Ermenilerden
öğrenen Türkmenler, fabrikayı andıran Hülluk
Mahallesi’nden en fazla Rusya’ya ayakkabı gönderiyor; ama el
emeği ve malzeme o kadar ucuz ki, çifti 2 dolardan satılan
ayakkabı, üreticilerine mütevazı bir hayat vadedebiliyor ancak.
Üstelik piyasa sadece altı ay hareketli olduğu için senenin
yarısını hazır para yiyerek ya da sağda solda ufak
işler kovalayarak geçirmek zorundalar. Babası, amcası, amca
‘uşakları’ ve erkek kardeşiyle kundura işinde
çalışan Mehmet Bayram, “Türkiye’nin asgari ücreti,
buranın en güzel maaşı. O parayla burada paşalar gibi
geçiniriz.” diyor. O da, ‘birlikte yaşa, birlikte tüket’
prensibini benimsemiş diğer Türkmenler gibi, sekiz ay önce
evlendiği eşini, kız ve erkek kardeşlerin oturduğu
kalabalık aile apartmanına getirmiş.
Humus’tan sonra, Halep, Türkiye’nin sınır ötesinde
yaşayan bir şehri gibi. Evlerde ve sokakta Türkçe konuşuluyor,
düğünlerde Türk oyun havalarıyla halay çekiliyor ve Türkiye
ziyaretleri aksatılmıyor. Kilit şehirler, Antep ve Kilis…
Hemen her ailenin buralarda bir köyü ve yakın akrabaları var.
İki ülkeyi ve yakın akrabaları birbirinden ayıran baş
suçlu ise sınıra döşenen mayın. Hafız
Esad’ın devlet başkanı olduğu 1970’e kadar bir
taraftan diğerine rahatlıkla geçen Türkmenler’e ait hemen her
hikâye, “Mayın döşenince bizimkiler bu tarafta
kalmış.” cümlesiyle şekilleniyor. Bu tarih, o ana kadar
Türkiye’den kopmayacaklarını düşünen Suriye Türkleri için
ilişkilerle birlikte umudun da kesildiği tarih. Şimdi,
düğün, cenaze, hasta ziyareti, alışveriş ve bayram
görüşmeleri için geçtikleri sınırda Türk askerinin muamelesinden
çok hoşnutlar. Bayram ailesinin kadınları “Sizin askerler,
bayram izdihamında hanımlara çok nazik davranıyor.” diyor.
Humus Türkmenleri’nin ‘Türkçe ne işimize yarayacak ki’
düşüncesi, gündelik hayatta sanki ellerinden başka türlüsü
gelmezmiş gibi Türkçe konuşan Halepliler nezdinde hiç muteber
değil. Onların akıcı Türkçesine şaşırmak,
bir Maraşlı ya da Manisalıya ‘Birader, Türkçe’yi
nasıl öğrendin?’ diye sormak kadar anlamsız olur. Halepli
Musa Muhammed, “Dilimizin Türkiye Türkçesine yakın olduğunu
söylerseniz haksızlık etmiş olursunuz.” diyor. “Yakın
değil aynısı. Biz Halep’te saf Türkçe konuşuruz,
ekmeğe ekmek, suya su deriz.” Bir daha dönmemiş
Kilis’in Alimantar Köyü’nden kalkıp Halep’te evlenen
dedeleri sınıra mayın döşenince köyüne dönmemiş; ama
Türkiye’ye rahatça girip çıktığı günlerin geri döneceği
ümidini hep saklı tutmuş. Bir de şapkanın Suriye’deki
köyüne kadar gelmesini beklemiş. Şapka takarsa, yeniden Türkiyeli
olacağını zannediyormuş. Torun Musa’ya göre,
‘dedesi iyi ki Halep’e yerleşmiş ve dönmeyi
düşünmemiş.’ Bundan sonra da dönülmemeli. Vaktiyle Osmanlı
Devleti sınırları içinde yer alan bir şehirde
yaşıyorlar ne de olsa.
“Dönelim de, Türkiye devletinin sınırlarını
küçültelim mi yani.” diyor Musa, “Biz soydaşlarıyız
Türkiye’nin. Ankara’daki Türkler nasılsa biz de öyleyiz.
İstersek gelir yerleşiriz oraya; ama burada yaşayalım.
Sadece bizim için bir kolaylık olmalı.” Suriye Türkleri için
‘kolaylık’, Türkiye’ye giriş
çıkışların rahat olması. Vize alırken problem
çıkarmasınlar diyen de var, bizden hiç vize alınmasın diyen
de… Bu taleplerin ve küçük sitemlerin arkasında, Türkiye’ye
naz yapabilecekleri inancı var. “Biz burada oturup diyoruz ki,
Türkiye bizim nüfusumuzu bilir, kaç kişiyiz, kimiz, nereliyiz.”
diyen Musa Muhammed, zamanla hayal kırıklığına
uğramış görünüyor: “Öyle zannediyorduk yani.”
Anadolu’dan çok daha önce Türkleştiğine inanılan Kuzey
Suriye’de yoğunlaşan Türkmenlerin bütün azınlıklar
gibi çoğalma eğiliminde olduğu söylenebilir. Halep’te
birbirleriyle yarışırcasına çocuk doğuran
kadınlar arasında dört çocuk bile ‘soyun kuruyacağı’
endişesine yol açabiliyor. Varlığını devam ettirmek
isteyen Türkmenlerin ikinci politikası ise, tamamıyla şehre
yerleşseler bile köylerdeki arazilerini Araplara satmayı
reddetmeleri.
İstanbul ve Bursa’dan getirdiği kumaşları
Halep’te satan Abdülkerim Rihavi, aşağı Hülluk
Mahallesi’nin varlıklı isimlerinden. Günün modasına uygun,
kaliteli kumaşlar, sentetiğe mahkum Suriyeli kadınlar
tarafından kapışılıyor. Türkiye’ye gide-gele 15
pasaport dolduran Rihavi, sadece para kazanmakla kalmamış,
Suriye’de yaşayanların kayıtsız kalmayı tercih
ettiği ‘dünya gerçeklerine’ ilişkin kafa yormayı
öğrenmiş. “Suriye de Müslüman, Türkiye de; ama aramıza
sınır koymuşlar. Avrupa’da herkes rahatça
dolaşıyor.” diyen Rihavi, iki ülke arasındaki olumlu
gelişmeleri de “Şimdi iki ülke gardaş gibi görükiy.”
cümlesiyle özetliyor. Çocukken ana-babasından Türkçe duyarak büyüyen ve
kız kardeşleri bugün bile Arapça konuşamayan Rihavi,
bombayı sonra patlatıyor; “Aslımız Arap bizim.
Dedemin dedesi, Suriye’den Türkiye’ye göç etmiş. Bizimkiler
mayın döşeninceye kadar bir orada bir burada gezmişler; ama
sonunda babam burada, emmilerim orada kalmış.” Rihavi
örneği, iki ülke arasındaki sınırın hiç de keskin
olmadığını gösteriyor. Mardin ve Urfa’daki köylerinde
ana dillerini konuşan Arapların akrabaları, Halep’te
Türkçe konuşuyor.
Türkiye sınırına yakın Halep köylerinde, Antep’ten
yayın yapan radyolar dinleniyor ve Türk televizyonları uydu antenine
ihtiyaç olmadan izlenebiliyor. Sınıra 3 kilometre uzaklıktaki
Karaköprü’de askere gidene kadar Arapça öğrenemeyen gençler var.
Köyün yaşlılarından Hacı Musa Kahya; “Biz iresmî
Türkmenik. Türkmenin en koyusu bizik.” diyor. Yaşlıların
gözde dili hâlâ Osmanlıca. Osmanlı’nın Suriye
topraklarından çekilirken kütüphanelerde bıraktığı
kitapların çekirdek külahı olarak değerlendirildiğini
söyleyen Hasan Kahya, boş vakitlerinde Osmanlıca
‘Aşkın Gözü’ kitabını okuyadursun, gençler,
Samanyolu TV ve Kanal 5’ten öğrendikleri Türkçe okuma-yazmayı
ilerletmeye kararlı. 17 yaşındaki Selva Kahya, Türkiye’ye
yolu düşenlerden kişisel gelişim uzmanı Oğuz
Saygın’ın kitaplarını istemiş. Arapça
okumayı bilmiyor; ama Türkçesini kitap okuyacak kadar ilerletmiş.
Golan’ın sürgün Türkleri
Türkiye sınırını ve sınırdaki Türk
bayrağını görebilen Karaköprülüler, iki devlete de hem uzak hem
yakın yaşıyor. Anadolu köylerinden bir köy sanki; ama Türkiye
onlardan ne kadar haberdar? Arap topraklarında; ama o kültürden
uzakta… Kendilerine has bir ‘mutluluk formülü’
üretmişler aslında; “Karnımız nerede doyarsa
orası şirin bize.” Kendilerinden vergi bile istemeyen devlete
de çok bağlılar.
Şam’da ‘Kadem-Asâli’ minibüsleri, yolcularını
bir saat sonunda, şehrin kıyısına, Türkmenlerin Filistinli
göçmenler ve Bedevilerle yaşadığı Kadem semtine
bırakıyor. 1967 Suriye-İsrail savaşında, İsrail
sınırındaki köylerinden sürülen Türkmenler, bu semti artık
‘yurt’ bellemiş olsalar da akılları fikirleri,
şimdi Yahudilerin yaşadığı köylerinde. Hepsinin içinde
bir ümit, İsrail geri adım atarsa, Golan tepelerindeki yeşil
köylerine dönecekler. Yahudi yerleşimcilerin, köylere
taşınabilir evler kondurması da beklentilerini güçlendiriyor.
Sürgünde çocuk olanlar bugün yetişkin, o günün gençleri torun torba
sahibi. İşin doğrusu, aradan geçen 38 yıla rağmen
‘sonradan gelme’ halini atamamışlar üzerlerinden.
Mahallenin yerlisi Arap komşularının ‘sürgün’
aşağılamalarına bir de onlarla birlikte sürülen
bedevilerden farklı olduklarını anlatma çabası
eklenmiş. Evde yaptığı yoğurtları küçük
bakkalında satan Hayat Bekirli, “Az
uğraşmadık.” diyor, “Önce bizi bedevi zannettiler.
Baktılar ki, biz sac üzerinde katmer pişiriyoruz, deri tuluk içinde
tereyağı yapıyoruz. Farklı olduğumuzu
anladılar.” Düzgün bir Türkçeyle konuşan Hayat’ı, en
mutlu eden şey, Şam’da okuyan Türkiyeli öğrencilerin,
“Bibi, yemeği, aynı annem gibi yaptın, aynı annem
gibi konuştun.” gibi cümleler kurması. “Kendimizi kopuk
bir millet sanıyorduk.” diyor, “Bir soyumuz var,
aslımız var diye sevindik.” Orta Anadolu’da
kullanılan, ‘kırkım vakti, tokaç, bir çala,
böğür’ gibi kelimeleri kullanan Hayat, kendini Türkiye’ye
bağlayan sicimi sağlamlaştırmak ister gibi sürekli
anlatıyor, bir yandan da iki aylık bebekken
çıktığı ve hiç görmediği köyünün
fotoğraflarını gösteriyor. Geride bıraktığı
çok şey var Golan Türkmenlerinin. “İşte bak, tel var
arkada, mayın var, hiç geçemeyiz oraya. Biz kaçma kaçtık, ölüm
kaçımı. Kızların başına iş gelir diye,
namustan kaçtık. Bak, burada, sürgünden önce dikilen ağaçların
meyvesini yiyoruz.”
Kendini ‘konar kalkar Yörük’ şeklinde tanımlayan Hayat,
Kadem’in de her an ayaklarının altından kayacağını
düşünüyor; “Evlerimizin tapusu yok. Tarlaları saklı
saklı ev ettik oturuyoruz. Biz rahat değiliz aslında, başka
yere göçün derlerse göçeriz.” Hayat, endişeli görünüyor; ama mahalleyi
inşa ederken yaşadıkları serüven, kolay pes
etmeyeceklerinin ispatı gibi. Sürgün sonrası toparlanma sürecinde
kadınların rolü büyük. Yerlilerin ucuza verdikleri tarlalarda kurulan
iki-üç katlı evlerin temelinde, kadınların dokuduğu
kilimlerin parası yatıyor. Hayat’ın annesi Ayşe,
“Kilim dokumak imdada yetişti, Araplar ip getirdi biz dokuduk.
Erkeklerin kazandığı yememize içmemize anca yetiyordu.”
diyor. O vakitler hemen her ev bir dokuma atölyesi gibi
çalışıyormuş; ama evler yapılıp, çocuklar
evlendirilince, tezgahlar bir kenara kaldırılmış. Fatma
Ahmed, kilimden para kazanmaya devam eden tek kadın.
Türkiye bizi çağıracak zannettim
Kadem’i kuranlardan biri Faysal Durmuş. Sürgünden sonra, inşaat
ustası babasıyla ördüğü evlere, akrabaları ve köylüleri
yerleşmiş. Bir işçi gibi duvar örse de üniversitede matematik
eğitimi almaktan geri durmayan Durmuş, şimdi evinde özel dersler
vererek geçindiriyor ailesini; ama ders ücretleri Türkiye’ye kıyasla
ucuz olunca, eşinin ve kızının şeker
kamışından sabun bezleri dikmeye devam etmesi gerekiyor.
Durmuş’un eşi Fatma, Hatay Türklerinden. Şapka Devrimi
sırasında, “Ben bu şapkayı giymektense, denizde
boğulurum daha iyi.” deyip kendini Suriye’ye atan babası,
aynı nedenle kaçan Türklerin yanına, Şam’daki Kasiun Tepesi’ne
yerleşmiş. Fatma, annesini görmek için gittiği Hatay
ziyaretlerinde, Türkiye’ye yerleşme kararı alsa da,
dönüşte vazgeçiyor. Şam, yoksullara kucak açan bir şehir,
zenginlerin zekatı ve devletin yardımıyla gül gibi geçinip
gidiyorlar.
Bir düzen kurmak için geç kaldığını düşünenler gitme
arzusunu kolayca bastırabiliyor; ancak Türkiye’de üniversite okuyan
Türkmen gençlerin çoğu, Suriye’ye dönmek istemiyor. Ankara’da
tıp eğitimi alan Muhammed Tab, yaz tatilini geçirmek için
geldiği Kadem Mahallesi’ne daha eleştirel gözle bakıyor
artık; “Buradaki halimize baksana. Millet sadece ekmek parası
için çalışıyor, ölümü bekleyerek yaşıyor.” Türk
kökenli olduğuna bakılmaksızın ‘yabancı’
damgası yemekten yakınan Muhammed, okuldaki MHP’li gençlerle
iyi anlaşamıyor. Üstelik, okulun ilk gününde hocasının
isteğiyle çizdiği harita yüzünden neredeyse linç ediliyormuş.
“Haritayı, ilkokuldan beri nasıl çiziyorsam öyle çizdim. Hatay,
Suriye’de görünüyordu. Herkes üzerime yürüyünce öğretmen beni
dışarı çıkardı.” Soyadının,
‘Türkiye Âşıklar Birliği’nin açılımı
olduğunu söyleyecek kadar Türkiye’yi seven Muhammed Tab,
“Sizin Türkmenlerle konuştuğunuzu duyunca, devletin bizimle
ilgili araştırma yaptığını,
sayımızı tespit etmek istediğini zannettim. Avrupa
Birliği’nde nüfusun kalabalık olması önemliymiş,
Türkiye, bizi çağırır belki diye ümitlendim.” diyor.
Kadem Mahallesi, Türkmenler için, ‘Colan’ ya da
‘Cevelan’ dedikleri Golan’ı ziyaret edebildikleri sürece
güzel. 80’li yıllarda, eski evlerinin ne durumda olduğunu
görmek için bölgeye gidenler, İsrail tarafında kalan köylerinin bir
benzerini sınırın bu tarafında, hem de aynı isimle
kurmuşlar. ‘Ayn Ayşa Cedid’ Köyü, sonuna eklenen
‘cedid’ yani ‘yeni’ kelimesiyle, sadece ‘bir
köy’ olmanın çok ötesinde. Devletin verdiği taşlık
araziyi, ‘Burası yeşermez, boşuna
uğraşmayın’ uyarılarına rağmen, üzüm
bağları ve zeytin ağaçlarıyla donatan Türkmenler için bu
köy; azmin sembolü. İsrail tarafında kalan eski Ayn Ayşa
Köyü’nden 13 yaşında sürülüp Kadem Mahallesi’ne
yerleşen Ceyş Musa, 18 yıl önce ikinci defa göçerek, yeni Ayn
Ayşa Köyü’nü kurmuş. Gerekçesi çok anlaşılır;
“Memleketimizin kokusu geliyor burnumuza.” 100 haneli köyün
camisinde hem müezzin hem de hizmetli olarak çalışan Musa, köyü
gelişigüzel kurmadıklarını söylüyor; “Eski
köylülerimizle anlaştık. Herkes az toprak satın aldı ki,
sayımız kalabalık olsun. Nüfusumuzun
arttığını gören devlet de, mektep yaptı, yol
yaptı, elektriği, telefonu getirdi, su kuyusu açtı. Buna inkar
gelmez şimdi.”
Cebel’de kaybolmuş Türkler
Köy, Şam sıcağından bunalan Kadem Türkmenleri için yayla
işlevi görüyor. Evi olmayanlar akrabalarına ya da
komşularına misafir oluyor. Özellikle cuma günleri, kalabalık
gruplarla yola çıkan Türkmenler için piknik günü. İsrail
sınırına yaklaştıkça beliren Birleşmiş
Milletler’in kontrol noktası da, kimlik kontrolleri de Türkmenleri
yıldırmıyor. Yabancıların bölgeye girişi
konusunda ise hâlâ belirsizlik hâkim. Artık özel izne gerek
olmadığı söylense de, Suriye makamlarından izin almadan
yola çıkanlar kontrol noktasında minibüsten indiriliyor.
Suriye’ye Osmanlı zamanında ya da daha öncesinde yerleşen
Türkmenlerden ayrı tutulması gereken Hatay Türkleri, Kasiyun
dağının eteklerinde Şam’a nazır kurdukları
evlerinde yoksul bir hayat sürüyor. 1950’lerde, şapka giymemek için
Suriye’ye kaçmaları hem çocuklarını hem de
torunlarını geri dönüşü olmayan bir yola sokmuş. Artık
Suriye vatandaşı olsalar da ‘vatanım’ diye söz
ettikleri Türkiye’ye pasaportla giren torunlar, dedelerinin günahına
ortak olmaktan şikayetçi. Türk vatandaşlığını
yeniden kazanabilmek için yıllardır mücadele eden ve tek ümidi Avrupa
Birliği’nde gören Suriyeli Türkler, T.C Vatandaşlık
Yasası’ndaki değişikliğin de kendilerine
yansımadığını söylüyorlar. Geçen yıl Resmî
Gazete’de yayımlanan karara göre, daha önce
vatandaşlığı düşürülmüş olanlar, Türk eşle
evli olmaları halinde vatandaşlık hakkı kazanabiliyorlardı.
Şam’daki Türkiye Büyükelçiliği yetkililerinin aradan geçen bir
yıla rağmen konudan haberdar olmadığını söyleyen
Cebel (dağ) Türkleri, kendilerini ‘analı babalı yetim’
gibi görüyor; ancak hiçbir ülkeye ait olmayan Türklere kıyasla daha şanslı
oldukları muhakkak.
Ne Suriye ne de Türkiye vatandaşı olan Ömer Hacıhasan,
“Ben kaybolmuş bir adamım.” diyor. Babası 8
yaşındayken amcalarıyla birlikte Suriye’ye gelmiş ve
bütün Hataylılar gibi Cebel Kasiyun’a yerleşmiş; ancak
evlenip çocuk sahibi olduktan sonra yaptığı
ihmalkârlığın hem çocuklarının hem de
torunlarının hayatını çıkmaza
sokacağını fark etmemiş. Şam’da
doğduğu için Suriye vatandaşlığını,
anne-babası Türk nüfus cüzdanı taşıdığı için
de Türkiye vatandaşlığını hak eden Ömer
Hacıhasan, yaşı ilerlediği için Suriye kimliği
alamıyor; ancak 10 yıl önce başvurduğu Türkiye’nin
niçin kimlik vermediğini henüz bilmiyor. “Neden bu kadar uzun
sürdü.” diye soruyor, “Gerekli evrakları verdim, annemi
babamı konsolosluğa götürdüm, niye alamadım?” Ona ait tek
aidiyet belgesi Şam’da bir hastanede dünyaya geldiğini gösteren
‘doğum belgesi’. Bu belgeyle üniversiteyi bitiren
Hacıhasan, İngilizce öğretmenliğine kayıt
yaptıracağı gün, durumunu şaşkınlıkla
karşılayan görevlilere; “Ben böyle bir adamım, belleme derseniz
bellemeyiz, gider ‘baba hasan (yankesici)’ oluruz.”
demiş. Şam’da yaşayabilmek için yabancılar gibi
ikamet yenilemek zorunda kalan Hacıhasan, Türkiye’ye çıkarken
de geçici bir pasaport kullanıyor. Ancak haymatlos yani vatansız
olduğunu gösteren bu pasaportla yurtdışına çıkmak
deveye hendek atlatmaktan daha zor. Öncelikle ziyaret sebebini
açıklaması ve Türkiye’den davet alması gerekiyor. Bu
durumda davet eden kişinin de küçük bir sorgudan geçmesi gerekiyor. Ve
nihayet onay verildiğinde sınırdaki şüpheci nazarlara da
hazırlıklı olması gerekiyor. İki ülke arasındaki
ilişkilerin bugünkü kadar sıcak olmadığı dönemde, PKK
militanlarının haymatlos pasaportuyla Türkiye’ye giriş yapması,
hakiki ve masum vatansızları da zan altında
bırakmış. Ömer Hacıhasan, 45 yaşından sonra
gelecek kimliği, kendisiyle aynı kaderi paylaşan üç çocuğu
için istiyor. O, özel kurslarda İngilizce öğretmenliği yaparak
ailesini geçindirebildiği için şükrediyor; ancak henüz ilköğretim
çağındaki çocuklarının da vatansız büyümesi ihtimali
canını sıkıyor.
Bayır-Bucak Türkmenleri
Türkmenlerin, Türkiye sınırına yakın
yaşadığı bir başka şehir Lazkiye.
Hatay’ın Yayladağı İlçesi’ne 60 km
uzaklıktaki bu sahil şehri, Suriye’nin turizm cenneti; fakat
Türkmenler, hiç de şaşırtıcı olmayacak biçimde
şehrin kıyısında, fakir bir mahallede yaşıyor.
Halep ile Antep arasındaki bağın bir benzeri, Lazkiye ile
Yayladağı arasında var. Amcalar, teyzeler sınırın
iki yakasına dağılmış. Hafız Esad dönemiyle
katılaşan sınır kuralları, döşenen mayınlar,
iki tarafın da keyfini kaçırmış; ama bereket versin, kimse
kimsenin izini kaybetmemiş. Bugün Yayladağı ve Lazkiye
arasında günübirlik dolmuş taksiler çalışıyor. Akraba
ziyaretleri, iki taraf arasındaki ticareti de canlandırıyor.
Yayladağı ile Bayır-Bucak bölgesi için bir elmanın iki
yarısı denilebilir. Türk oymaklarını Lazkiye’ye
yerleştiren Osmanlı, öyle stratejik davranmış ki,
Tartus’dan Tarsus’a dek uzanan Nusayri yerleşimini, hem
dağa hem de sahile yerleştirdiği Bayır-Bucak Türkleriyle
bıçak gibi kesmiş.
Lazkiye Türkmenlerinden MHP Genel Başkan Yardımcısı Mehmet
Şandır, Bayır-Bucak bölgesindeki 54 köy, iki nahiye ve Lazkiye
şehir merkezindeki iki mahallede 250 bin Türkmenin
yaşadığını söylüyor. 60 kilometre derinlikte 30-40
kilometre doğu-batı istikametinde uzayan Bayır-Bucak bölgesi ile
Yayladağı arasında Arap yerleşimi bulunmuyor.
Sınırın Lazkiye tarafında, Muhammed Emin’in köyü
Yamadı, Hatay tarafında Yayladağlı Durmuş’un
köyü Kızılçat var. Durmuş, on günde bir ticari taksiyle
Lazkiye’ye gidiyor. Hem o taraftaki akrabalarını ziyaret ediyor
hem de bagajına doldurduğu çay, şeker ve benzinle geçimini temin
ediyor. Hududa mayın döşenene dek Türkiye tarafındaki
tarlaları ekip biçmeye devam eden Muhammed Emin, 30 dönüm toprağından
ümidi kesmiş değil. “Bizim devlet sizinkiyle anlaşacak bu
konuda.” diyor.
Lazkiye Türkmenleri için ‘meşhur’ sıfatını
kullanmak abartı olmaz. Öyle ki, Suriye Türklerini araştırmak
isteyenler; sadece Bayır-Bucak Türkleriyle ilgili isimlere, derneklere ve
kaynaklara ulaşabiliyor. Mehmet Şandır’ın
Ankara’da kurduğu Bayır-Bucak Türkleri Derneği,
Suriye’de yaşayan bütün Türklerle ilgileniyor. En önemli faaliyeti
ise, Suriyeli gençlere üniversite imkanı sağlaması. Her yıl
15-20 genç, ‘Türk cumhuriyetleri ve toplulukları’
arasındaki öğrenci değişimi anlaşmasına göre
Türkiye’deki üniversitelere yerleştiriliyor. Ancak Suriye bir Türk
cumhuriyeti ya da Türk topluluğu olmadığı için dernek,
Suriyeli Türkleri getirmekte biraz zorlanıyor. Derneğin eğitim
temsilcisi Ankara’da okuduktan sonra memleketine dönmeyen
Bayır-Bucaklı gençlerden biri.
Suriye’deki ailesinin rahatsız edilmemesi için adını
vermek istemeyen temsilci, 11 yıllık hasretinin yakın bir
zamanda biteceğine inanıyor; çünkü Suriye ile Türkiye arasındaki
olumlu gelişmeler bölgedeki Türkmenlerin de hayatını
kolaylaştırdı. Yeni gelen öğrenciler yaz tatillerinde
rahatlıkla ailelerinin yanına dönebiliyor artık. Ancak okulu
bitirdikten sonra Suriye’ye dönmeyi isteyenlerin sayısı çok az.
Türkiye, kasıtlı biçimde vatandaşlık
şartlarını zorlaştırdığı halde dönmeyi
hiç düşünmüyorlar. Eğitim temsilcisi “Kimseyi dönmeye
zorlayamayız. Suriye’de iş imkanı özellikle Türkmenler
için çok kısıtlı. Başka ülkelere gideceklerine
Türkiye’de kalsınlar.” diyor. Dernek kurulduğu 1996
yılından bu yana 100’ün üzerinde mezun vermiş. Mezun
olanların büyük bölümü sırf gidişlerini ertelemek için master ya
da doktora yapıyor.
İSMET BOZOĞLAN (*) : ELMACILIĞI
GELİŞTİRDİLER
Biz, Türkmenlerin doğduğu topraklarda yaşamasını
istiyoruz; ama bu zamana kadar Suriye’de rahat yüzü görmediler. Özellikle
Türkiye sınırına yakın yaşayanlar, “Burası
yol, burası orman.” engelleriyle iç taraflara göç etmeye
zorlandı. Yerlerini terk etmediler ve geçimlerini sağlamak için
elmacılığı geliştirdiler. Elma, günümüzde
Suriye’nin en önemli ihraç ürünü. 1991-92 yıllarında
sınırdaki Türkmen yerleşim bölgelerini PKK kampı gibi
göstermelerinin sebebi de yine, Türkmenleri iç bölgelere çekmekti. Biz o dönem
olayın iç yüzünü bilmeyen Süleyman Demirel ile konuştuk ve müdahaleyi
engelledik. Bana göre, Ermenileri azınlık kabul eden Suriye,
Bayır-Bucak Türklerini de böyle görmeli. Arap kimliği
taşımaları avantaj gibi görünüyor; ancak
haksızlığa uğrayan Türkmenler uluslararası mahkemelere
başvuramıyor, azınlıklara has okul imkanlarından
yararlanamıyor.
(*) Kırıkhan Suriye Türkleri Tanıtma Yardımlaşma
Derneği ve İskenderun Bayır-Bucak Türkleri Dayanışma
Yardımlaşma Derneği kurucusu
MEHMET ŞANDIR (*) : TÜRKMEN POLİTİKAMIZ YOK
Bugün Suriye’de yaşayan bir buçuk milyon Türk’ün iki önemli
meselesi var; sahipsiz kalmaları ve dillerini unutmaları.
Sahipsizliğin getirdiği teslimiyet psikolojisi çok ciddi kültür
erozyonuna sebep oldu. Türkiye, yeni dünya düzeninin
tartışıldığı günümüzde, jeopolitiğinin
verdiği avantajdan ve tarihinden kaynaklanan misyonundan yeterince faydalanamadı.
Osmanlı sonrasında kurulan milli hükümetler yayılmacı bir
dış politika takip etmemeyi genel bir politika olarak belirlediler ve
dışarıdaki Türklerin varlığını kendi güçleri
haline getiremediler. Bin yıl boyunca adalet içinde yönettiğimiz bu
coğrafyaya yeniden huzur gelebilmesi için Türk’ün adaletinin yeniden
kaim olması gerekir. Türkiye, bu misyonunu, emperyalizmin gereği
olarak değil doğrudan huzur getirebilmek için küresel bir görev
olarak ortaya koyabilirdi; ama yapmadı. Biz ısrarla şunu söylüyoruz;
Türkiye’deki Arap asıllı bir Türk vatandaşı hangi
haklara sahipse, Suriye’deki Türk asıllı bir Suriye
vatandaşı aynı haklara sahip olmalıdır. Ama bunu bizim
söylememiz değil Türk dış politikasının söylemesi
lazım.
(*) MHP Genel Başkan Yardımcısı
Links: